Ölüm korkusu ve ölüm dehşeti

Enes b Malik’den – Allah ondan razı olsun- rivayet edildiğine göre; Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyuruyor;
” Kim Allah’a kavuşmayı severse….”
Yani ” Kim Ahirete göçmeyi severse…. “ İnsanın ahirete göçmeyi sevmesi şu demektir; Mümin öleceği sırada,
artık iman etmenin kabul edilmeyeceği raddeye varınca Allah’ın rızası ve Cenneti ile müjdelenir ve o zaman,
ölümü yaşamaktan daha sevimli görür. İşte bunun üzerine Peygamber Efendimizin ﷺ ifadesi ile;
” Allah da ona kavuşmayı sever. “
Yani, Allah fazl-ı keremini üzerine akıtır ve ona karşı bağışlarını artırır. Allah’ın kuluna kavuşmayı bu şekilde,
Açıklamamızın sebebi şudur: Bilindiği gibi ” Sevgi “ nefsin bir şeye karşı eğilim duymasıdır. Böyle bir sıfat Allah’a
yaraşamadığı için buradaki ” Sevgi “ gayesi göz önüne alınarak yorumlamıştır.
Peygamberimiz sözlerini şöyle bağlıyor;
” …Buna karşılık kim Allah’a kavuşmayı istemez, bundan hoşlanmaz ise Allah da ona kavuşmayı istemez ve ondan hoşlanmaz. “

Kâfir ölürken Allah’ın kendisine hazırladığı cezayı görünce sapıklığına ağlar, ölümden nefret eder,
ve Allah’a kavuşmak istemez. Yüce Allah’ın böyle bir kulla buluşmak istemeyişi demek, onu rahmetinden,
uzak tutacak azaba çarptırılmasını dilemesi demektir. Yoksa, Allah’ın sevmemesinden maksat, tiksinti ve,
iç burukluğu demek olan ” Nefret “ değildir. Çünkü böyle bir sıfatı Allah’a isnad etmek yakışıksız olur.

Bu inceliği şöyle açıklayabiliriz: ” Sevgi “ aslında Yüce Allah’ın sıfatıdır. ” Kulun Rabbini sevmesi ” ise;
Allah’ın sevgisine bağlı ve onun yansımasıdır. Nitekim Peygamber Efendimizin ﷺ ” Allah bir kulu severse, onu kendi sevgisiyle meşgul eder. “ şeklindeki sözü bu yorumu teyid etmektedir. Ayrıca Kur’an-ı Kerimin bir ayetinde, ” Allah onları sever. “ cümlesinin ” Onlarda Allah’ı severler. “ cümlesinden önce gelmesi bu inceliğe işaret eder.

Hz Hasan’dan -Allah ondan razı olsun- rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyuruyor;
” Ölümün mümine verdiği acı ve ızdırabın şiddeti, üç yüz kılıç darbesinin ızdırab şiddetine eşittir. “
Buna göre ölümün keskinliğine ve bir gün onunla karşılaşacağının kesinliğine inanmış olan bir kimse bir yandan,
Salih ameller işlerken öbür yandan çirkin hareketlerden kaçınarak ölüme hazırlanmalıdır. Çünkü, onunla ne zaman karşılaşacağını bilmemektedir. Yukardaki hadiste Peygamber Efendimiz ﷺ ölümün acısını ve şiddetini belirtmiştir. Peygamber Efendimiz ﷺ bu açıklamayı ümmetine nasihat ederek onları ölüm için hazırlık yapmaya,
yöneltmek ve dünya sıkıntılarına katlanmalarını sağlamak için yapmıştır. Çünkü, dünya sıkıntılarına katlanmak,
ölümün dehşetine katlanmaktan daha kolaydır.

Sebebine gelince; Ölüm şiddeti, ahiret azabının bir parçasıdır ve ahiret azabı da dünya azabından çok daha ağırdır.

Yine Abdullah b Haşimî -Allah ondan razı olsun- rivayet ediyor; Bir gün Peygamber Efendimiz ﷺ şu ayeti okudu;
Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.
( Enam, 125) Ayetini okuduktan sonra Peygamber Efendimiz ﷺ ” İslâm nuru bir kalbe girince genişler ve sevinçle dolar. “ şeklinde devam edince sahabelerden biri kendisine ” Bu hali belirten alâmet var mıdır? “ diye sordu. Peygamber Efendimiz ﷺ bu soruyu; ” Evet var. Bu halin sahibi aldatıcı diyar olan dünyadan uzaklaşarak ebedi yurt olan Ahirete yönelir ve henüz başına gelmeden önce ölüme hazırlanır. “ şeklinde cevaplandırdı.

Memun b Mehran’ın – Allah ondan razı olsun- rivayet ettiğine göre; Peygamber Efendimiz ﷺ bir sahabeye öğüt vermek üzere şöyle buyurmuş:

” Beş şeyden önce beş şeyi iyi değerlendir. “

  • – İhtiyarlamadan önce gençliği.
  • – Hastalanmadan önce sağlığı.
  • – Meşguliyetten önce boş zamanı.
  • – Fakir düşmeden önce zenginliği.
  • – Ölmeden önce hayatını.
    Peygamber Efendimiz ﷺ bu beş şeye bir çok gerçeği sığdırmıştır.

Çocukluğun oyunla, gençliğin havailikle geçer. İhtiyarlanınca da zayıf düşersin. O halde Allah’a ne zaman ibadet edeceksin? Yani Ey insanoğlu! Sen öldükten sonra Allah’a ibadet edemezsin. Ancak hayattayken gereken gayretini gösterip ölüm meleğinin geleceği güne hazırlanabilirsin. Buna göre onu hiç bir an hatırından çıkarma.
Çünkü, o seni unutmaz.

  • Ehl-i hikmetten biri şöyle der; ” Aklı başında olan kimse şu üç şeyi hiç unutmamalıdır:
  • – Dünyanın geçiciliği ve hallerinin değişkenliği.
  • – Ölüm gerçeğini.
  • – İnsanın başına her an gelecek olan afetler

Hatemü’l-Esem de der ki: ” Şu dört şeyin değerini, ancak dört kişi bilebilir. “

  • Gençliğin değerini ancak yaşlılar bilir.
  • Huzurun değerini ancak bela çeken bilir.
  • Sağlığın değerini ancak hastalar bilir.
  • Hayatın değerini ancak ölüler bilir.

Hatemü’l-Esem’in sözleri, yukardaki ” Beş şeyden önce beş şeyi iyi değerlendir. “ şeklindeki hadise uygundur.

Şekık b. İbrahim: ” İnsanlar dört şeyde sözde benimle aynı görüşü paylaştılar,
ama fiilen bana karşı çıktılar. “

  • ” Yüce Allah’ın kullarıyız. ” dediler; Fakat, hür kişi gibi yaşadılar.
  • Allah bizim sırlarımıza kefildir. “ dediler; Fakat, dünya malı peşinde koşmaksızın kalpleri tatmin olmaz oldu.
  • ” Âhiret, Dünya’dan hayırlıdır. “ dediler; Oysa, dünya malı biriktirmekten geri kalmadılar.
  • ” Ölüm bizim için kaçınılmazdır. “ dediler; Fakat, hiç ölmeyecekmiş gibi davrandılar.

Rivayet edildiğine göre; Ebu’d-Derdâ ( Bir rivayete göre Ebu Zerr, diğer bir rivayete göre ise Selman-ı Farisi,
– Allah onlardan razı olsun- şöyle demiştir:

” Şu üç şey beni güldürecek derecede şaşırtmış ve şu üç şey de ağlatacak kadar üzmüştür. “

Beni güldürecek derecede şaşırtan üç şey şudur:

  • Ölüm tarafından kovalandığı halde uzun vadeli ihtiraslarla dünyaya bağlı kimse;
    Bu kimse ölümü hiç düşünmeksizin uzun vadeli ihtiraslar beslemektedir.
  • Gafletle muamele görmesi söz konusu olmadığı halde gafil davranan kimsenin hali;
    Yani, bu kimse gerek ölümden ve gerekse bazı gün karşısına çıkacak olan kıyametten gafil yaşamaktadır.
  • Allah’ın kendisinden razı olup olmadığını bilmediği halde kahkaha ile gülen kimsenin hali.

Beni ağlatacak kadar üzen üç şey de şunlardır:

  • Sevdiklerimden, yani Hz Muhammed ﷺ ile sahabelerden ayrılmış olmak.
  • Ölümle karşılaşacağım anın korkusu.
  • Allah’ın huzuruna çıkacağım an. Çünkü o anda beni Cennete mi, Cehenneme mi yollayacağını,
    Bilmeksizin O’nun huzurunda duracağım.

Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyurmuştur.
” Eğer hayvanlar ölüm hakkında sizin bildiklerinizi bilselerdi asla semiz et yiyemezdiniz. “

Bildirildiğine göre; Ebu Hamid Lifâf şöyle demiştir:
Sık sık ölümü hatırına getiren kimseye şu üç şey bağışlanır:

  • Bir an önce tevbe etmek.
  • Asgari miktarda rızkıyla yetinmek.
  • Şevle ibadet edebilmek.

Buna karşılık ölümü unutan kimse de şu üç şeyle cezalandırılır:

  • Tevbe etmeyi ertelemek.
  • Asgari miktarda rızka razı olmamak.
  • İbadete karşı isteksizlik.

Bilindiği gibi Hazret-i İsa- Selam onun zerine olsun- Allah’ın izni ile ölüleri diriltebiliyordu. Bir gün kâfirlerden biri,
” Sen hep yakın tarihli ölüleri diriltiyorsun, bunlar belki de tamamen ölmemiş kimselerdir.
Bir de çok eskiden ölmüş bir ölüyü dirilt bakalım. “
dedi. Bunun üzerine Hz İsa kâfirlere;
” Kimi diriltmemi istersiniz? “ diye sordu. Kâfirlerde;
” Nuh’un oğullarında SÂM’ı dirilt! “ deiler.
Bu konuşmanın arkasından Hz İsa, SÂM’ın mezarı başına vardı. İki rekat namaz kılarak Allaha dua etti.
Hz İsa’nın duası üzerine Yüce Allah, Hz Nuh’un oğlu SÂM’ı diriltiverdi. Saçı sakalı ağarmış görünüyordu.
Kendisine; ” Bu halin ne? Senin zamanında yaşlılık diye bir şey yoktu! “ SÂM’ın cevabı ise:
” Az önce bir ses duydum da kıyametin koptuğunu sandım. İşte bu korku yüzünden saçım sakalım ağarıverdi. “ diye cevap verdi.
Bu defa kâfirler kendisine: ” Öleli kaç yıl oldu? “ diye sorunca cevap olarak:
” Öleli dört bin yıl oldu. Buna rağmen hala ölüm dehşetini, ölüm korkusunu üzerimden atabilmiş değilim. “ dedi

Anlatıldığına göre, ölen her mümine tekrar diriltilerek dünyaya dönmesi teklif edilir. Fakat ölürken yaşadıkları,
Dehşetli anlardan dolayı, şehitler hariç hiç kimse böyle bir şeyi arzu etmez. Şehitlere gelince,
onlar ölümün dehşetini duymadıkları için tekrar savaşıp ikinci sefer şehit olabilmek için yeniden dünyaya dönmek isterler.

Söylendiğine göre, bir gün İbrahim b. Ethem hazretlerine;
” Bizimle oturup biraz sohbet etsen de senden bir şeyler öğrensek. “ dediler. İbrahim b. Ethem hazretleri de;
” Benim kafam dört şeyle meşguldür; Onları halledebilirsem, sizinle oturup konuşurdum.
O dört şey nedir? “ şeklindeki soruyu şöyle cevaplandırmıştır:

Misâk gününü düşünüyorum. Hani Ademoğullarından söz alınan günü. Bilindiği gibi o gün Yüce Allah,
Şunlar cennetliktir, artık üzerine durmam. Şunlar da Cehennemliktir, yine artık üzerinde duracak değilim.
Buyurmuştur. O gün ben bu iki guruptan hangisine ayrıldım, bilmiyorum.

Düşünüyorum ki, Allah bir çocuğu ana karnında yaratacağı sırada ona ruh üfleyince o çocuğun gözetimi ile,
Görevlendirilen Melek; ” Ya Rabbi, bu çocuk iyilerden mi yoksa kötülerden mi olacaktır? “ diye sorar.
Allah benim hakkımda ne cevap verdi, bilmiyorum.

Ölüm meleği yanıma inip canımı almak isteyince; ” Ya Rabbi, bu adam Müslümanların arasında mıdır,
Yoksa kâfirlerle mi beraber kalacaktır? “
diye sorar. Allah’ın benim hakkımda ne cevap vereceğini, bilmiyorum.

Allah’ın şu ayetini düşündüm: (Allah, şöyle der:) “Ey suçlular! Ayrılın bu gün!” ( Yasin, 59 ) o gün hangi guruba ayrılacağımı, bilmiyorum.

Allah kendilerine anlayış bağışlayarak gaflet uykusundan uyandırdığı ve akıbeti hakkında düşünmeye,
Muvaffak kıldığı kimselere ne mutlu! Allah’tan dileriz ki, akıbetimizi hayırlı ve müjdeli eylesin.

Sosyal Ağda Paylaş

Bir cevap yazın