!!.Sahabe; İslam’ın Mihenk taşıdır.!!

Her fırkanın kendi düşüncesinin doğru olduğunu savunduğu ve kendi ideologyasına davet ettiği bir ortamda, bizlerin yapması gereken şey en başta sahabeyi örnek almak olmalıdır. Zira Kur’an-ı Kerim bize imanı ve ameli noktalardaki müstakim yaşantıyla ilgili onları örnek kuşak olarak göstermektedir.

Tabii peşin sıra; Tabiin neslini de unutmamak gerekir. Esasen hak mezhepler,
Bu kuşaklardan süzülerek gelen İslam’ın, yaşanılma keyfiyetini ortaya koyan meşreplerdir.
Kur’an bize sahabe ile ilgili;

“Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 137)

“İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 100)

Görüldüğü gibi; Cenab-ı Hak, Bu mübarek kuşakların iman etme ve amel-i Salih işleme,
Konusunda sonraki nesiller için doğruluğun ölçüsü mesabesinde olduklarını beyan ediyor.

İlk ayette, onlar gibi olursanız o zaman Hidayette olursunuz, vurgusu yapılırken,
İkinci ayette, onların Allah’ın rızasına erişme bahtiyarlığını yakalamış; Necip bir topluluk oldukları vurgusu vardır.

O zaman onların yaşantısına bakmamız gerekmektedir. Onlar islam’ı nasıl yaşamışlar? Kur’an’ı nasıl anlamışlar? İşte bu noktada ilgili bazı kaynakların kaydettiklerine bakacak olursak; “100.000 Aşkın sahabe içerisinde, sürekli fetva veren ve fıkıhla iştigal ettiği; Meşhur olan kişi sayısı 130 küsürdür.”

Bakınız 100.000’i Aşkın sahabe içinden; Sadece 25-50 kişi fetva vermek; Ayetlerden istinbat yapmakla iştigal ediyor..
Buradan şu anlaşılıyor ki; Kur’an’ın Ferdi olarak, anlaşılması, liyakat, ehliyet, ihtisas sorgulaması yapılmaksızın herkesin aklına göre yorumlanması Allah-u Teâlâ’nın tasvip ettiği bir metot değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,

“Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl, 43) Ayeti kelimesi bize bunu ifade etmektedir. Bu açıdan Kur’an’dan herkesin aynı manada, aynı çerçevede, aynı derinlikte istinbatlar yapabileceğini, hükümler çıkarabileceğini, herkesin eşit bir seviyede anlayabileceğini iddia edemezsiniz. Arap diline,
Arap edebiyatına ciddi anlamda vakıf olan; Tefsir ilimlerine vakıf olan birinin, Kur’an’ı anlamasıyla, bunların hiçbirini bilmeyen, sadece mealden Kur’an okuyan bir adamın anlaması bir olabilir mi?

Şimdi ise; Ortaya söyle bir tablo çıkıyor; Sahabe içerisinde Müctehid ve Fakihler vardı.
Sahabenin geri kalanı da başlarına bir mesele geldiği zaman; meselesini gidip;
Hz Ömer’e; Hz Ebu bekir’e; Hz Osman’a; Abdullah b. Mesud’a; Zeyd b. Sabit’e; Hz Aişe’ye;
Soruyordu. Fetvasını alıyordu ve onunla amel ediyordu. Kur’an, amel etmek için gelmiş bir kitaptır.

Hiç bir ayette “Herkes kitabı okuyacak. Baştan sona istinbatlar yapacak, fıkhi hükümler çıkaracak. Bu kitabın bütün ahkamına vakıf olacak.” diye bir sorumluluk göremezsiniz.
Bu ulemanın sorumluluğudur.

“Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.” (Nisa, 83)

Rabbimiz bir mevzu olduğunda herkes kendi Kur’an’dan hüküm çıkarmalı buyurmuyor. Bilakis başa gelen bir hadise karşısında, olayın islam’a uygun şekilde halledebilmesi için istinbat ehli, fıkıhta mütehassıs zatlara müracaat edilmesine teşvik ediyor. Zira herkesin idraki ve derinliği farklıdır. Kur’an’ı bir fakih ile fakih olmayan eşit seviyede nasıl anlasın? Bu sahabe içerisinde bile böyledir.

Sosyal Ağda Paylaş

Bir cevap yazın