!!.Kur’an-ı Kerim için; Doğru tefsir nasıl yapılabilir.!!

Kur’an-ı Kerim de, bir kısım kelimeler, fiiller kullanılır. Bunlara baktığımızda her mahalde başka anlam ifade ederler. Bu Kur’an-ı Kerim’in üslubundandır. Bu üslup görmezden gelindiğinde işin içinden çıkılmaz.

Mesela; “İşiten ve gören yalnız Allah’tır” (İsra,1) Ayet-i Kerimede ki, ” هُوَ “ ifadesi tahsîs ifade eder. Dolayısıyla işiten ve gören sadece Allah’tır. Başka ayetlerde de bundan bahseder. Bu Ayetlerin zahirine bakarsak işiten ve görenin sadece Allah olduğu manasını öğrenmiş oluruz. Bu mana üzerinden başka hiç bir anlamda işiten ve görenin olmayacağı sonucunu çıkarırsak yanlışa düşmüş oluruz. Zira böyle bir durumda karşımıza İnsan süresinde geçen şu Ayeti Kerime çıkar; “İnsanı işiten ve gören yaptık.” (İnsan, 2)

Şimdi, bu Ayet-i Kerimeleri nazar-ı itibara aldığımızda; Mealci anlayışa göre; Kuran-ı Kerimin içerisinde çelişki mi var diyeceğiz? Veya bu Ayet-i Kerimeleri nasıl tahlil edeceğiz?

Yani  “İşiten ve gören yalnız Allah’tır.” Ayet-i Kerimesini başlık olarak alıp, “Allah’tan başka işiten ve gören var denilemez. Başka birisine işiten ve gören dediğimizde bu Şirk ifade eder. Allah muhafaza, Bu, Allah’ın vasfını başkasına yüklemek manasına gelir. Böyle bir şey hiçbir şekilde caiz değildir.” diyerek; Allah’tan başkasına İşiten ve gören diyene kâfir yaftası yapıştırılıyor.

işte böyle bir şeye kalkışıldığı zaman önünüze “insanı işiten ve gören kıldık.” âyet-i kerimesini koyulup şöyle denilir. Cenâb-1 Hakk İnsan sûresinde bizzat kendisi insan için, biz onu işiten ve gören kıldık buyuruyor. Bu ifade karşısında “İnsanın işitmesiyle, Allah Teala’nın işitmesi arasında bir fark yoktur diyebilecek miyiz?” Diyemeyiz, O takdirde bu Ayet-i Kerimeleri idrak etmeye, anlamaya çalışacağız.
Neticede diyeceğiz ki; Mutlak manada, kulağa, vesileye, sebebe vesâir araç-gerece ihtiyaç duymadan hiçbir şeyden gafil olmamak şeklindeki her şeyi işitmek yalnız Allah Teâlâ’ya mahsustur. işitmeyi ve görmeyi sadece Allah’a tahsis eden ayetler bunu anlatmaktadır. Yine mutlak manada, göze, vesileye, sebebe vesâir araç-gerece ihtiyaç duymadan hiçbir şeyden gafil olmamak şeklindeki her şeyi görmek yalnız Allah Teâlâ’ya mahsustur. İşte böyle bir işitmeyi ve görmeyi kim başka bir kul için iddia ederse bu kul müşrik olur. Allah muhafaza!

İnsan için kullanılan işiten ve gören sıfatları ise Allah Teâlâ için kullanılan işiten ve gören sıfatlarıyla aynı değildir. Bilakis insanın işiten olması, kulağa muhtaç olması manasında bir işitmeyle alakalıdır. İnsanın duyabilmesi için bir kısım sebeplere ihtiyacı vardır. Bunlar olmadan insan duyamaz ve göremez. İnsan, bu manada işiten ve gören dediğimizde bu ayetleri anlama noktasında taşları yerine oturtmuş oluyoruz.

Eğer düz mantıkla, her Ayet-i Kerimeyi her yere uyarlayarak Ayet-i kerimeler üzerinden her meseleyi kapsayacak hükümler çıkartılırsa Ayet-i Kerimeler anlaşılamaz.
Üstelik Kur’an’ın kendi bütünlüğü de bozulmuş olur. Dolayısıyla Kur’an-1 Kerîm’i fehmetme hususunda ciddi işgallere düşülmüş olur.

Bir örnek daha verelim…

“Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Bakara, 143)
Buyurmak suretiyle bizlere kendisinin “Rauf ve Rahim” olduğunu ifade etmektedir. Fakat Tövbe süresinde;

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”
(Tövbe, 128) Ayet-i Kerimesine baktığımızda, orada Allah-u Teâlâ, Peygamber Efendimizden bahsederken onun “Rauf ve Rahim” olduğunu ifade ediyor. Şimdi kûlli bir mantıkla hareket edip “Rauf ve Rahim olan yalnız Allah’tır. Başka bir kula bu itlak edilmez. Kullanılması müşrikliktir, şirktir.” denildiğinde önünüze bu Ayet-i kerimeyi koyduklarında ne yapacaksınız? Her iki Rauf ve Rahim’in aynı olmadığını söyleyeceksiniz. Aksi taktirde Kur’an-ı Kerim de çelişki olduğu gibi anlamsız ve asılsız şüphelerin doğmasına sebep vermiş olursunuz.

Bir örnek daha verelim;

“Yer, gökler ve içlerinde olanların mülkiyeti Allah’a aittir.” (Maide, 17)
Buyuruyor. Bu ve benzeri Ayet-i Kerimelerden de anlıyoruz ki, her şeyin mülkiyeti Allah’a aittir. Şimdi biri çıkıp dese ki; “Tapu kadastro müdürlüğü, belediyeler, bir kısım yerlere mülkiyet veren kurumlar, bu yetkiye istinaden ev sahibi olduklarını iddia eden bilumum herkes tamamen şirk içindedir. Bu yetki veren insanlar da müşriktir; Çünkü sarâhaten Kur’an Ayetine muhalefet etmektedirler. Kur’an bize her şeyin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu söylüyor. Bu sebeple “Bu dükkan benim, Bu mağaza benim, Bu kitap benim, Bu kalem benim ve benim kalemim nerede?” diye cümle kuran bir adamın müşrik olması gerekiyor. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın hükmüne muhalefet edip açık bir şekilde reddetmiş olması icab ediyor. Bu ifadeleri kabul mu edeceğiz? Biz bu ifadeleri kullananları tekfir ediyor muyuz? Müşrik olduklarını söylüyor muyuz? Söyleyemiyorsak neden? Halbuki Kur’an-ı Kerim açık bir şekilde her şeyin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu söylüyor. Bir insan bu ayete göre “Benim çocuğum, Benim gözüm, Benim kulağım” diyebilir mi?
Peki diyebiliyorsa anlıyoruz ki, burada mecazi bir ifade var. Her şeyin mülkiyetinin Allah Teâlâ’ya ait olmasıyla, bir insanın  “Benim dükkanım.” demesi arasında bir çelişki mevzubahis değildir. Bilakis bu ikisi birbirini pekiştiren bir şeydir.

Peki, ne diyeceğiz burada? Allah Teâlâ hakiki manada, hiç kimseye ihtiyaç duymadan, yoktan var etmek anlamında veya bir daha kaybetmemek, elden çıkartma ihtimali olmamak anlamında her şeyin maliki ve sahibidir. İşte Allah Teâlâ bu manada maliktir. İnsanların malik olması ise bu anlamda değildir. Yani bize ait olması demek, dünyevi şartlar altında bizim orayı emaneten kullanma hakkına, salâhiyetine, ve tasarruf yetkisine sahip olmamız demektir. Her iki mülkiyet, her iki mâlikiyet, her iki sahiplik aynı şey değildir.

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Al-i İmran, 26)

Netice olarak Allah Teâlâ hakiki anlamda mülkün kendisine ait olduğunu bildiriyor. Ancak mülkü dilediği zamanda dilediği kişiye, dilediği şekilde verebileceğini  de ifade ediyor.

Aksi taktirde ise; “Her şeyin sahibi Allah’tır. Rauf ve Rahim olan O’dur. İşiten ve gören O’dur. Bir kula bunları nispet etmek şirktir, küfürdür.” denilmeye başlanır. Halbuki insanların bu ifadeleri hangi manada kullandıkları ve neyi kastettiklerini tetkik etmek gerekmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim de “Hakkıyla yeterli bilgi sahibi olmadığın şeylerin ardına düşme” (İsra, 36) şeklinde de bir tembihi, emri vardır.

Hüküm sadece Allah’a aittir.!

“Hüküm sadece Allah’a aittir.” (Yusuf, 40)

“O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’na mahsustur. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 70)

“De ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”
(Kehf, 26)

“Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.” (Şur’a, 10)

Şimdi, tıpkı yukarıdaki misallerde olduğu gibi bu Ayet-i Kerimelere  de istedikleri gibi mana veriyorlar. Fakat bu Ayet-i Kerimelerin onların söylediği manaya gelebilmesi için hükmetmekle ilgili Kur’an-ı Kerim de başka Ayet-i Kerimelerin olmaması gerekir. Halbuki var. Peygamber Efendimizin Hüküm vermesiyle ilgili olarak;

“Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Nur, 51)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa, 59)

“(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.” (Nisa, 105)

“Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” ( Maide, 42)

“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Maide, 49)

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar” (Nisa, 65)

Görüldüğü gibi ilk olarak sıraladığımız Ayet-i Kerimeler de, yalnız Allah Teâlâ’nın hüküm vermesinden bahsediliyordu. Şimdi getirdiğimiz Ayet-i Kerimeler de ise Peygamber Efendimizin de hüküm verebileceğinden bahsediliyor.

Demek ki, Kur’an-ı Kerimin bütününe yönelik bir nazar ile baktığımızda Peygamber Efendimizin de hüküm verebileceği sonucuna varıyoruz.

Sosyal Ağda Paylaş

Bir cevap yazın