!!.Miraç hadisesinin sübûtu ve Şüphelerin def’i.!!

Miraç hadisesinin vukû bulunmadığını iddia edenler, daha çok bu mesele ile ilgili varid olan; Rivayetlere itiraz etmektedirler. Onlara göre bu rivayetler hadisenin mahiyeti, zamanı, mekanı ile ilgili noktalarda çelişki arz etmektedir. Bu çelişki de ilgili rivayetlerin uydurma olduğunu, böyle bir olayın gerçekleşmediğini göstermektedir. Miraç hadisesini inkâr sadedindeki ihtirazlar, esasen bundan ibarettir. Meselenin daha anlaşılır şekilde vuzuha kavuşması için mezkûr itirazlara cevap verelim.

1- Kur’an’da geçmediği iddiası…
Nitekim Kur’an-ı Kerim sair bazı hakikatler gibi Mirac hadisesine de işaret ederek yer vermektedir.

Hani sana, “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o hadiseyi, Kur’an’da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı. (İsra, 60)

İfade-i celiledeki “Hadise” Miraç olayından başka bir şey değildir. Zira Cenab-ı Hak bu olayı gece vakti tahakkuk ettirmiştir ki; İnsanlar adına bir imtihan olsun ve iman eden teslim olup, inkâr eden de inadına ısrar etsin.

Bu olayın duyan birçok kavim de bir gecede böyle bir şeyin olmayacağını söyleyerek fitneye duçar olmuş ve irtidat etmişlerdir. Hatta daha önce iman etmiş olup da imanı zayıf olanlardan irtidat edenler dahi olmuştur.
Dolayısıyla bu, onların tamamı için fitne olmuştur.

(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında. Me’vâ cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır. O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü. (Necm, 12-18) şeklindeki Ayet-i kerimelerde zikredilen hadiseler Miraç vakasını anlatmaktadır. Ne lügaten, ne de naklen burada anlatılanların bir başka Hadiseye hamledilmesi mümkün değilken, Sırf Miracı inkâr edebilmek için uzak ihtimallere ve fâsid tevillere başvurmak, İlmi ciddiyetle bağdaştırılabilecek bir tavır değildir.

Alettenezzül bu meselenin Kur’an’da yer almadığını kabul etsek bile bu durum,
Vukûna zarar vermez. Zira; Kur’an-ı Kerim bize Peygamber Efendimizin ﷺ havasından konuşmayacağını belirtip, O’na itaati, O’nun verdiklerini almamızı, O’na kalbimizde hiçbir daralma olmaksızın tam anlamıyla teslim olmamız gerektiğini emretmektedir.

Bu sebeple; Peygamber Efendimizden ﷺ Miraç hadisesinin vukûna dair gelen hadisler sübutî açıdan hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte iken, bunu gerekçe sayılmayacak hevaî görüşleri reddetmek; Kur’an’ın emrini dinlememek anlamına gelecektir.

Ayrıca bir hakikatin sabit olması için illa ki Kur’an’da geçmesinin gerekli olduğunun delili nedir? Böyle bir ayet mi vardır?
“Böylesine önemli bir vakıadan Kur’an nasıl olur da bahsetmez?” Diyenlerin, “Kur’an’ın, maksut ibaret olduğu halde namaza dair en ufak bir detaya yer vermemesine rağmen, Namazın şartı olan abdesti açık şekilde niçin anlattığı, Makam-ı İbrahim’i zikrettiği halde
Hacer-i Esved’den l niçin bahsetmediği, Safa ve Merve’ye halde zemzemden neden söz etmediği, Arafat ve Müzdelife’yi konu edindiği halde Mina’ya neden değmediği” Şeklindeki sorulara verebilecekleri bir cevap var mıdır?

Ezcümle; Kur’an-ı Kerim, Miraç hadisesine işarette bulunan ayetlerle bu olaydan bahsetmektedir. Faraza varsayarsak dahi bu, Miraç hadisesinin vukû bulmadığını gösterebilecek bir delil değildir.

2- Zamanın belli olmadığı iddiası…
Miraç hadisesinin meydana geliş zamanı ile ilgili muhtelif rivayetlerin bulunduğu ve buna bağlı olarak ulemanın da bu hususta farklı görüşlere gittiği bir hakikattır. Nitekim meydana geldiği ay itibariyle ulema; Rebi’u’l-Evvel; Rebi’u’l-Âhir; Recep; Ramazan ve Şevval olmak üzere 5 ayrı görüş üzerine ihtilaf etmişlerdir.

İmam en-Neveî, Ravzatu’t-Tâlibîn’inde bu hadisenin kesin olarak;
Recep ayının 27. gecesi meydana geldiğini söylemektedir.
Bunun dışında Mirac hadisesinin ay ve gününü tespite yönelik, ulemanın farklı görüşleri de vardır. Fakat dikkat edilirse bu ihtilafların tamamı hadisenin, tahakkuk edip etmediğini dair olmayıp, meydana geldiği zamana yöneliktir. Ravilerin farklı zaptlarından kaynaklanan ihtilaflar sebebiyle tevâtüren sabit olmuş bir vakıanın kökten inkâr edilmesi akılla, ilimle, iz’anla bağdaştırılabilecek bir tavır değildir.

3- Mekanın belli olmadığı iddiası…
Miraç ile ilgili rivayetlerin bir kısmında Hz. Peygamber’in Miraç’a çıkartılmak istendiği anda Mekke’de -evinde- olup tavanın açılmasıyla seyahatin başladığı; bir kısmında, Şi’bi Ebi Talib’te olduğu; bazılarında ise Ummü Hâni’nin evinde; gecelediği ve Isra’nın oradan gerçekleştiği ifadeleri yer almaktadır.

Zahiren çelişik gibi duran bu beyanlar Miraç’a itiraz edenlerin inkârlarına mesned kıldıkları bir başka gerekçedir. Oysa bu da diğer iddialar gibi Miracın tahakkukuna mani teşkil edecek bir gerekçe değildir. Zira bu gibi rivayetlerden hareketle Miraç’ın birkaç kez gerçekleştiğini söyleyenlerin görüşünü bir kenara bırakacak olursak bu rivayetlerin cemedilmesinin gayet mümkün olduğunu görecegiz.

Nitekim Íbn Hacer bu sadette, ilgili rivayetlerin mecmûunldan şu mananın çıkarılarak aralarının cemedilmesinin mümkün olduğunu söylemektedir: Allah Resulü ﷺ, Şi’bi Ebi Talib’te bulunan Ümmủ Hani’nin evinde gecelemiştir. O gece orada bulunduğu için evi kendisine nispet ederek tavanın açıldığını ifade etmiştir. Ve oradan da görevli melek gelip kendisini mescide Çıkarmıştır. Nitekim İbn İshak’ın naklettiği Hasen-i Basri’ye ait mürsel bir rivayette yer alan “Cebrail yanına indi ve kendisini mescide çıkardı” şeklindeki ifade de bu cem’i desteklemektedir.

Çelişki gibi görünen ve büyük nispette ravi tasarruflarından kaynaklanabilen rivayetlerdeki zahiri çelişkilerin bu şekilde, Cem’edilmesi mümkün iken ve işin ehli ulemamız bunu yapmışken meselenin aslına nispetle tâlî bile olmayacak teferruatı gerekçe göstererek Miraç’ı bütünüyle inkâra kalkışmak insaf sınırlarını aşmaktır.

4- Ruh ile mi Beden ile mi olduğunun belli olmadığı iddiası…
Cumhur ulema Miraç’ın ruh ve beden bütünlüğü içinde gerçekleştiği görüşündedir. Mütevatir rivayetler ve Kur’an’ın zahiri de bunu gerektirmektedir. Aynı zamanda bu görüş;
İbn Abbas; Cabir; Enes; huzeyfe; Ömer;
Ebu Hureyre; Malik b. Sa’sa’a; Dahhak;
Ebu Habbe el-Bedri; İbn Mesud; Katâde;
Sa’id b. Cübeyr; İbnu’l-Müseyyeb; İbn Zeyd;
İbnu’ş-Şihâb; Hasan-i Basri; İbrahim; Mesruk;
Mücahid; İkrime; İbn Cüreyc; Ahmed b. Hanbel
Görüşleridir.

İsra suresinin 60. Ayeti kerimesinde geçen,
“Rüya” ifadesinden hareketle Miraç’ın rüyada ruhen gerçekleşen bir seyahat olduğu görüşüne gidenler olmuştur. Fakat bu görüş kabul edilmemiştir. Zira Ayet-i kerime de geçen “Rüya” kelimesi yaygın anlamda kullandığımız “Rüya” değildir. Arap dilinde, uyanık halde iken şahit olduğumuz gayb alemine dair şeyleri bu alemde görüp anlatmak için herhangi bir lafız yoktur.
Bu vesileyle “Rüya” lafzı istiare yolu ile Miraç da görülenleri tabire dökmek noktasında mecaz olarak kullanılmıştır.

Zira bu duruma en çok benzeyen hal Rüyadır.
Aynı zamanda Araplar zahiri gözle görmeye,
“Ru’yet” dedikleri gibi “Rüya” da demektedirler. Ayette bu hadiseden “Rüya” tabiriyle bahsedeceğimiz olması; Ya “Ru’yet” kelimesi ile arasında bir fark olmaması, veya gecelerin vukû bulmuş olması, yahut da kâfirlerin bu olayı duyduklarında “Belki de bu bir rüyadır.” Sözlerine müşâkeleten cevap niteliğini taşıması dolayıdır.

Alâ külli hâl ayette bahsedilen “Rüya” uykuda görülen “Rüya” olmayıp uyanıkken müşahede edilen vakıadır. Zaten Peygamber Efendimiz ﷺ hadislerinde; Kalbinin uyumadığını, uyuyanın sadece gözleri olduğunu ifade buyurmaktadır. Mezkûr tabirle ilgili ibn Abbas’tan sahih senetle nakledilen rivayette bunun uykuda görülen bir rüya değil, Miraç hadisesinde uyanıkken gösterilen vakıalar olduğu şeklindeki beyanı da cumhurun görüşünü desteklemektedir. Ayrıca Ayet-i Kerime de bu “Rüya’nın” insanlar için bir fitne vesilesi olması için gösterildiği şeklindeki vurgu ve Cenab-ı Hakk’ın bu olaya mukabil Zatını takdis etmesi “Rüya’nın” uykuda görünmediğini ispatıdır. Zira bir insan uyku halinde her türlü rüyayı görebileceği için bu durumun iman etmek veya küfre devam etmek noktasında bir imtihan sebebi olması düşünülemez. Diğer bir tabirle şayet bu olay uykuda görülen bir “Rüya’dan” ibaret olsaydı; Kâfirler bunu olmayacak bir şey gibi telakki etmez ve inkâr etmezlerdi.

Oysa ayetin nüzul sebebine baktığımızda Miraç olayını, olması mümkün olmayan bir Hadise olarak gören müşriklerin inkârı sözlerinden etkilenen bazı zayıf imanlı müminlerin dinden dönmeleri ve Peygamber Efendimizin ﷺ buna çok üzülmesi üzerine nazil olduğunu görüyoruz. Bu da Miracın uyanıkken gerçekleşen bir vakıa olduğunu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.

Sözün özü, Miraç’ın ruh ile mi beden ile mi; Rüyada mı yakaza halinde mi gerçekleştiği yönündeki tartışmalar hadisenin tahakkuk etmediğine kesinlikle delalet etmez. Konu hakkındaki rivayetlere bakıldığında Cumhur ulemanın istidlal vecihlerinin son derece kavi olduğu, bunun mukabelinde getirilen rivayet ve mülahazaların onlar ile çelişmeyecek kadar zayıf olduğu görülecektir.

5- “Şakku’s-Sadr hadisesinin rivayetlerinin çelişik olduğu iddiası…
Peygamber efendimizin ﷺ Cebrail (aleyhisselam) tarafından göğsünün açılıp kalbinin çıkartılarak zemzem ile yıkanması birçok rivayet de yer alan bir hakikattir. Bu rivayetlerin kiminde hadisenin Miraç’a çıkarılmadan önce yaşandığı zikredilmektedir. Başka rivayetler de ise küçüklüğünde,
Benû Sa’d yurdunda; Halime validemizin yanındayken meydana geldiği tasrih edilmektedir. Diğer bazı rivayetler de ise, Peygamberlik verileceği sırada tahakkuk ettiği belirtilmektedir. Miraç hadisesini inkâr edenler; Bu olayın rivayetlerde farklı zaman dilimlerine yönelik zikredilmesinden hareketle böyle bir vakıanın yaşanmadığını iddia etmektedir.

Oysa ki, rivayetlerde bu hadisenin farklı zaman dilimlerinde meydana geldiğinin belirtilmesi uydurma olmasını iktiza etmez. Zira her bir rivayetin konu edindiği vakıayı anlattığı zaman ve zemine hasrederek olayın birkaç kez tahakkuk ettiğini söylemenin önündeki engel nedir? Böyle bir hadisenin, şeytanın ondaki payının çıkarılması maksadıyla çocukluğunda meydana gelmiş olması, alacağı vahyi kuvvetli bir kalple alabilmesi için nübüvvet çağında bir kez daha tekerrür etmesi ve en nihayet Miraç’ı irade ettiğinde münacâta hazır olması maksadıyla bir kez daha gerçekleşmiş olması mümkün olmasın?

Sözün özü, ulama bahsini yaptığımız rivayetlerden dolayı bu olayın birkaç kez tekerrür ettiğini söylemiştir. Buna mani olacak akli veya nakli herhangi bir delil de yoktur.
Müteârız gibi gözüken rivayetlerin bu hadisenin uydurma olduğunu göstermesi bile mümkün değilken, Miraç hadisesinin uydurma olduğuna delalet etmesi nasıl düşünülebilir?

Şakku’s-Sadr rivayetlerinin kendi içinde çelişik olduğu söylemiyle Miraç’ı inkâra kalkışmak bir akıl tutulmasından ibarettir.

6- Namazın 5 vakite indirilmesinin Kur’an’a muhalif olduğu iddiası…
Miraç münkirlerinin hususen üzerinde yoğunlaştıkları nokta bu konu sadedinde nakledilen ve namazın farz kılınmasını anlatan kıssadır. Bu kıssada namazın ilk etapta elli vakit olarak farz kılındığı ve Musa’nın (Aleyhisselam) telkinleriyle Peygamber efendimizin ﷺ tekrar tekrar Allah’a münacatta bulunmasıyla beş vakit olarak hükme bağlandığı anlatılmaktadır.

Tevâtüren sabit olan bu kıssayı anlama yoluna gittiğimizde bunun ne imkânsızlık ne de Kur’an’a muhalefetle bir ilgisinin olmadığını görmekteyiz. İmkânsız ya da sünnetullaha muhalif degildir.

Zira Kur’an-ı Kerime baktığımızda Cenâb-ı Hakk’ın
“Ben yeryüzünde bir halife yaratıcıyım” buyurmasına karşın, Melekler,
“Orada bozgunculuk yapacak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın?” Diye sormaktadırlar.

Zekeriyya (Aleyhisselam) kendisini bir oğulla müjdeleden Allah-u Teâlâ’ya “Benim için bir oğul nasıl olabilir?” diye mukabelede bulunmaktadır. Meryem’de (Aleyhisselam) Allah katından çocukla müjdelendiğinde,
“Benim için bir erkek çocuk nasıl olabilir? Oysa bana hiçbir insan dokunmamıstır; ben zina eden biri de olmamışımdır” demistir.

Görünen o ki, namazın farz kılınışındaki tedriciliğe Peygamber’in ﷺ nasıl olup da
Allah’ın emrinin karşısında bir şey söyleyebileceği yönünde itiraz edenler yukarıda zikrettiğimiz misallerin ayet değil de hadis rivayetlerinde yer alması durumunda aynı tutumu sergileyeceklerdi.

Zira bu misallerde de Allah’ın verdiği hüküm karşısında kulun bir şey söylemesi söz konusu değil midir? Öyleyse bu nasıl sünnetullaha muhalif olmaktadır? Aksine bunun muhtelif şahıslar üzerinden Kur’an’da anlatılması sünnetullahın ta kendisi olduğunun ispatı değil midir?

Bu kıssa Kur’an’a da muhalif değildir. Zira, İbrahim (Aleyhisselam) evvela rüyasında çocuğu İsmail kesmesini emreden Allah-u Teâlâ, kesmek için O’nu yanı üzere yatırdığı anda bunun bir imtihan olduğunu söyleyerek bunu neshetmemiş midir? Kur’an ayetlerinde sarahaten zikredilen bu kıssa karşısında
“nasıl olur da Allah emrettiği şeyden vazgeçer” gibi cümleler kurmayanların kıssaya dair bu tarz yorumlar yapmaları açık çelişkidir.

Oysa ne İbrahim (Aleyhisselam) kıssası ne de; Namazın beş vakte indirilmesi, Allah katında sözün değişmeyeceği ayetine muhalif değildir. Zira, Allah Teâla’nın ilmi ezelidir. O, her şeyi zamana bağlı olmaksızın bir tek bilmeyle bilmiştir. Merhale merhale meydana gelen vakıalar bizim ilmimize nispetle zamansal acıdan peyderpey olsa da Allah’ın ilminde böyle değildir. Buna göre İsmail’in (Aleyhisselam) kesilmeyeceği Allah’ın ezelde bir tek bilgi ile bildiği bir şeydir. Fakat kulun ilk emir karşısında bir takım vasıtalara sarılıp bu emri yerine getirmek için bir teşebbüste bulunup bulunmayacağının sınaması adına Allah’ın kuluna bir imtihan gereği böyle bir şeyi emretmesi mümkündür.
Bu, Allah-u Teâlâ’nın (hâşâ) sözünü değiştirmesi değil, bilakis ilm-i ezelisinde farklı zamanlarda bazı merhaleler ile meydana geleceği mukadder olan bir hadisenin buna uygun bir şekilde gerçekleşmesidir.

Dolayısıyla bu, “Benim katımda söz değişilmez.” Ayetine muhalif olmak şöyle dursun, bunu teyit eden bir vakıadır.
Nitekim Allah-u Teâlâ’nın katında peyderpey olacağı takdir edilen hadise tam da takdir edildiği şekilde meydana gelmiştir.

7- Teşbih ve Tecsimi barındırdığı iddiası…
MiraÇ rivayetleri içinde Şerk b. Abdillah’ın, Enes b. Mâlik’ten -Allah ondan razı olsun – Naklettiği rivayette yer alan “el-Cebbar tebâreke ve teâlâ yaklaştı ve sarkıp yanına indi.” şeklindeki, tecsimi gerektiren ifadeye binaen bu rivayetlerin uydurma olduğunu söyleyenler de vardır. Oysa ki bu rivayetin tescim manasını hâvî olduğunu kabul etsek dahi, Miraç’ın meydana gelmediği noktasında delil teşkil etmez. Zira Mirac sadece bu rivayetle sabit olmuş değildir. Ayrıca rivayetin hemen baş tarafında, burada anlatılanlar peygamber efendimizin ﷺ Mescid-i Haram’da uyurken müşahede ettiği bir rüyadan ibaret olduğu söylenmektedir. Bu da Miraç’ın önceden rüyada görülen sonra yakaza halinde yaşanan bir vakıa olduğunun delillerinden biridir. Dolayısıyla rüya aleminde görülen bir şeyin vẹlev ki hakiki manasında olsa dahi teşbih ve tecsimi gerektirmesi düşünülemez. Zira o alemdeki şeylerin bu aleme nispetle farklı şekillerde tebir edilmesi gerektiği bilinen bir hakikattir.

Ririvâyetin râvisi Abdullah b. Serik’in bu lafızlarla teferrüd etmiş olduğu ve bu rivayeti hususunda tenkit edildiğini hatırlatarak belirtelim ki, şârihler rivayette yer alan bu ifadenin mekânsal anlamda bir yakınlaşma ve sarkıp inme değil, manevi: rahmet ve muhabbet manasında bir yakınlık ve Hz. Peygamber’den bu anlamda yakınlaşmasını istemesi veya daha ziyade yakınlaşması manasına geldiğini söylemişlerdir.

Dolayısıyla bu rivayet de diğer müteşâbih naslar gibi tecsim manasını vehmettiren zahir manası terk edilerek Cenâb-ı Hakk’ın şânına yakışır şekilde tevil edilmiştir. Öyleyse tecsimi gerektirmesi diye bir şey söz konusu değildir.

NETİCE OLARAK;  Miraç hadisesi ile ilgili Ehl-i Sünnetin, ümmetin cumhurunun görüşü:
Peygamber efendimizin ﷺ ruhu ve bedeni ile birlikte, uyanık halde, gecelerin Mescid-i Aksa’ya götürüldüğü ve aynı gece oradan da Yedi kat semaya çıkarılıp sidre-i müntehâ’ya ulaşmıştır. Tarih boyu bu gerçeğe farklı saplantıların peşine düşmüş Ehl-i Bidât fırka ve şahıslardan başka kimse karşı çıkmamıştır.
Sözgelimi Abdulkâhir el-Bağdâdî, kaderiyye fırkasının Miraç’ı inkâr etmelerinin ardında yatan sebebin Ruyetullahı, kaderi, şefaat hadislerini, kabir azabını, havz ve mizanı inkâr etmeleri gibi sapkınlıklar olduğunu kaydetmektedir.

Günümüz içinde değişen bir durum yoktur.
İslam’ı anlama adına farklı ideolojilerin kurbanı olmuş kimseler, savruldukları yöndeki ön kabullerine zıt esasları içerdiği gerekçesiyle;
Miraç’ı inkâr  etmektedirler. Materyalist ve Natüralist düşüncenin müzmin bir hastalık misali yaygınlaştığı zamanımızda, hakikat denilince sadece hissedilebilen şeyler dairesinde tezahür eden gerçekleri anlayan Bir anlayışı Miraç’ın anlaması elbette ki beklenemez. Miracı, şeytanın her türlü vesveselerinden kurtulmuş, mahlukata ibret nazarıyla bakarak Allah’ın kudretini temaşa eden ve Peygamber Efendimize ﷺ pazarlıksız teslim olmuş hür akıllar idrak edebilir.

Allah’tan bizleri bu akla sahip kılmasını niyaz ederiz. (AMİN.)

Sosyal Ağda Paylaş

Bir yanıt yazın