Kur’an’a göre sünnetin dinimizdeki yeri

Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” ( Bakara, 129 )

Muhammed İbn İshâk der ki: ” onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin. ayetinden maksat,
Dini öğretip emirlerini emirlerini yerine getirmelerini sağlayacak, kötülüğü öğretip korunmalarını temin edecek,
Allah’a itaatları arttıkça, Allah’ın kızdığı suçlardan kaçındıkça Allah kendilerinden hoşnut olduğunu haber verecek demektir.

İbn Vehb’in İmam Mâlik’ten rivayetine göre o, hikmeti; Dini bilmek, Kur’an’ı tevil etmek hususunda derin bilgi sahibi olmak, yüce Allah’tan ﷻ bir seciye ve bir nur olan kavrayış şeklinde açıklanmıştır.
İbn Zeyd de böyle açıklamıştır.

Bakara süresi 151. Ayette: ” Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik. “ buyruluyor.

Allah Mümin kullarına, Resûlullah’ı ﷺ; Resûl olarak göndermekteki nimetini hatırlatıyor. O Resûl, Müminlere Allah’ın açıklayıcı ayetlerini okuyor ve onları cahiliyet davranışlarından, ruhi pisliklerden aklâki kötülüklerden arıtıp temizliyor. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıyor. Kitabı ( Kur’an’ı ) Hikmeti ( Sünneti ) kendilerine öğretiyor. Ve daha bilmedikleri başka şeyleri de belletiyor. Onlar cahiliyet devrinde bilgisiz, uydurma sözler peşinden koşan beyinsizler güruhu idiler. Muhammed’in ﷺ risâleti bereketiyle, Onun elçiliğinin uğuruyla velîler haline geldiler. Bilgiler seciyesine sahip oldular. insanların bilgi bakımından en derini, kalp bakımından en iyisi, zahmet bakımından en azı, ifade bakımından en doğrusu haline geldiler.

” Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. “ ( Ahzab, 21 )

” Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. “ ( Al-i İmrani 164 )

İmam Şâfî: ” Hikmetten murat Resûlullah’ın ﷺ sünnetidir. “ demiştir.

Allah Mümin kullarına lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Çünkü Allah onlara kendi içlerinden bir elçi göndermiştir. O Resûl Müminler, Allah’ın ayetleri olan Kur’an’ı okur, onları manevi kirler olan günahlardan temizler. Onlara Allah’ın kitabını ve Resûlullah’ın ﷺ, hikmet kaynağı olan sünneti öğretir. Halbuki onlar,
Resûl gönderilmeden önce apaçık bir sapıklık ve koyu bir cehalet içindeydiler. Allah’ın , kullarına en büyük lütuf ve nimeti, aydınlatıcı bir nur olan Resûlullah’ı ﷺ göndermesidir. Allah bütün bu kâinatı ve kâinatın içinde bulunan gökleri ve yeri, ayı ve güneşi, yıldızları ve diğer gezegenleri, denizleri ve ırmakları, dağları ve bitkileri yaratmış, bunların bizim için bir lütuf olduğunu söylemiş, fakat Resû olan Muhammed’i ﷺ gönderme nimetinin büyük bir lütuf olduğunu beyan etmiştir. Bu da bu nimetin büyüklüğünü göstermektedir.

” (Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür. ”
( Nisa, 113 )

Peki, kitabın indirilmesini anladık, hikmetin indirilmesi nasıl oluyor?
Bu hususta İmam Şâfî; er-Risâle adlı eserinde şöyle diyor: ” Bu ayeti kerimelerde Yüce Allah kitap ve hikmeti zikretmektedir. Kitaptan gaye; Kur’an-ı Kerimdir. Kur’an ilmini bilen ilim ehlinden işittiğime göre hikmet; Resûlullah’ın ﷺ sünnetidir. Kur’an-ı Kerim bir zikirdir. Hikmet ise Kur’an’a tâbi kılınmıştır. Yüce Allah kitap ve hikmeti öğretmekle kullarına verdiği nimeti hatırlatmaktadır. Hikmet Resûlullah’ın ﷺ sünnetinin dışında başka bir şey değildir. Dolayısıyla bundan başka bir şey söylemek doğru değildir.

” Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. ”
( İbrahim, 4 ) Allah-u Teâlâ’nın kullarına olan en büyük lütuflarından biri de, göndermiş olduğu Resûlleri, kendilerine gönderilen kavimlerinin dilini konuşan insanlardan seçmesidir. Böylece Resûller kendi kavimlerine ilahi emirleri kolayca tebliğ ederler ve vazifelerini hakkıyla ifa etmiş olurlar. Kavimlerinin de bunları kabul etmeye dair bir mazereti kalmamış olur.

Dolayısıyla kullarına buyruklarını gönderen Allah onların; Emirleri doğru ve razı olduğu bir şekilde kavrayıp amel edebilmeleri için kendi içlerinden gelen ve onlarla aynı dili konuşan Resûlüne ayetlerini açıklatmıştır.
Bu ayette aynı dili konuşmaya vurgu yapılması, ayetlerin açıklamaya ihtiyacı olduğunun bir göstergesidir. Ayetler ne kadar açık olsa, insanlar bir uygulayıcının somut açıklamalarını çok daha iyi anlayabilecek ve doğruluğundan emin olarak amel edecektir. Zira farklı bir dili konuşan birinin ayetleri gerektiği gibi açıklayabilmesi mümkün değildir.

” (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. “ ( Nahl, 44 )

” Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik. “ ( Nahl, 64 )

Allah bu Ayet-i Kerime de, Kur’an’ı indirmesinin sebeplerini beyan ediyor. Bunlardan biri, insanların ihtilaf ettikleri zor meselelerin gerçek yüzünün açıklanmasıdır. Bunlar da Allah’ın çeşitli sıfatları, öldükten sonra dirilme, cennet ve cehenneme konulma, helal ve haramı birbirinden ayırt etme gibi akılla bilinemeyecek şeylerdir.

Diğeri ise, İman eden insanlara doğruyu gösterme ve kendilerine merhamet etmedir. Zira Kur’an’a iman edenler Onun emir ve yasaklarına uymak sûretiyle dünya ve ahirette Allah’ın gazap ve azabından kendilerini kurtarmış ve çeşitli nimetlerine kavuşmuş olurlar. Kur’an’dan daha büyük bir merhamet kaynağı düşünülemez.

Ayetler, açıkça beyan edilmesine rağmen, insanların ayetleri anlamada ihtilafa düşebilecekleri ve ihtilafın da ortadan kalkması için Allah’ın gönderdiği elçinin açıklamasına ihtiyaç duyulacağını net bir şekilde anlamış oluyoruz.

” O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur´an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. ” ( Necm, 3-4 )

Allah Kur’an’da birçok ayette Resûlullah’a ﷺ itaati kendisine itaat gibi saymakta ya da kendisine itaatin hemen ardından itaati emretmektedir. ” Allah’a ve Resûlune itaat edin. ” şeklinde çokça emir geçmektedir. Yani Allah sadece ” Allah’a itaat edin. ” , ” Kur’an’a tâbi olun. “ ya da ” Size hidayet rehberi olarak Kur’an yeter. ” gibi emirler vermiyor. Şayet sadece Kur’an yeterli olsaydı, ayetlerde belirtildiği gibi Resûle itaatten sık sık bahsedilmezdi.

Şayet Resûlun sünneti kıyamete kadar diri kalmayacak olsa o zaman Resûle tâbi olma emri, verilen birçok ayet hükmünü kaybetmiş olacaktı. Allah kıyamete kadar hükmünün geçerli olacağı, kitabındaki bu ayetleri boşuna vahyetmedi.

Tebliğ edilen din sadece Kur’an’dan ibaret olsaydı Resûlullah’ın ﷺ yaşadığı dönemdeki insanlar içi delil teşkil eder, daha sonraki dönemler içinse sadece Kur’an kalırdı. Yani Peygambersiz bir din ortaya çıkar ve,
Allah’ın Kur’an’daki Resûle itaat hususundaki emirleri bir şey ifade etmezdi. O zaman da Kur’an tarihseldir,
İddiaları geçerli olurdu. Kur’an’ın emir ve nehiyleri kıyamete kadar bâkidir.

Bununla birlikte son Resûlun de geldiği bildirildiğine göre, daha sonraki asırlarda Resûlu görme imkanı kalmamış, insanlar için Resûlsüz bir din ortaya çıkardı. Bu durumda da Resûlden sonraki dönemde yaşayanlar ile sahabenin imtihan açısından konumu aynı olmazdı. O zaman insanlar: ” Resûlullah ﷺ sağ iken sahabeyi eğitiyor ve yanlışlarını düzeltiyordu, biz onlar gibi nasıl yaşayalım, buna bizim gücümüz yetmez. çünkü onları vahiyle düzelten Resûlullah ﷺ vardı. Bizim ise yanlışa düştüğümüzde, bizi düzeltecek ve ihtilafa düştüğümüz hususlarda bize hidayet yolunu gösterecek bir Resûl ﷺ yoktu. “ şeklinde mazeretler ileri sürülebilirdi. Böyle bir durumda yeni bir Resûl gönderilmesi gerekirdi. Resûlullah’ın ﷺ son nebî olması böyle bir olayın gerçekleşmesine imkân tanımamaktır.

Sosyal Ağda Paylaş

Bir cevap yazın