Kur’an da Resûlullah’a ﷺ itaat

” Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. ( Nur, 63 )

Bu ayet-i kerimeyi fukahâ emrin vücub ifade ettiğine delil göstermişlerdir. Bunun delil olma şekli de şöyle açıklanır; Şanı yüce Allah, emrine muhalefet etmekten sakındırmakta ve böyle bir muhalefet dolayısıyla cezaya çarptırılmanın söz konusu olacağını belirterek “Kendilerine bir mihnet veya acıklı bir azabın isabet etmesinden çekinsinler.” diye tehditte bulunmaktadır. O halde ona muhalefet haramdır, buna göre emrine uymak da vaciptir.

Burada sözü edilen “mihnet (fitne)”‘den kasıt, İbn Abbâs’a göre öldürülmektir. Atâ ise sarsıntıya uğramak ve çeşitli dehşetli hallerdir, demektedir. Cafer ibn Muhammed de: “Onlara musallat kılınacak zalim bir yöneticidir.” diye açıklamıştır. Bunun Rasûlullah’a ﷺ muhalefetin uğursuzluğu sebebiyle kalplerin mühürlenmesi olduğu da söylenmiştir. “Artık onun emrine muhalefet edenler” buyruğu onun emrinden yüz çevirenler demektir.

Bu durumda delil olmaksızın Rasûlullah’ın sünnetini inkâr edip ondan yüz çevirenlerin bu ayetin tehdidine muhatap olacakları açıktır.

“Allah ve Rasûlü bir şeye hükmettikleri zaman, mü’min erkek ve mü’mine kadının, kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. “ ( Ahzab, 36 )

Allah’ın hükümleri gibi Rasûlullah’ın ﷺ vereceği hükümlere de kıyamete kadar itaat edilmesi, ümmet üzerine farz olan hükümlerdir. Ve Rasûlullah’ında ﷺ (her ne kadar Allah’ın rızası doğrultusunda hüküm verecek olsa da) verdiği hükümden bahsedilmektedir. Dolayısıyla bu hükümleri öğrenebileceğimiz tek yol sahih hadis kaynaklarıdır. Sahih rivayetlerle bize ulaşan hükümlerin geçtiği hadislere, delil olmadan karşı çıkanların böyle bir seçme haklarının olmadığı ve böyle yaparlarsa apaçık bir sapıklığa düşecekleri açıkça bildirilmektedir.

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir. ( Nisa, 59 )

“Eğer bir şeyde” yani, dininizi ilgilendiren herhangi bir hususta “çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasûlüne döndürün” yani, o çekiştiğiniz mesele hakkında hüküm vermeyi Allah’ın Kitabına ve hayatta olduğu sürece ona sormak sûretiyle Rasûlüne veya vefatından sonra sünnetini incelemek sûretiyle sünnetine döndürünüz. Bu Mücahid, el-A’meş ve Katade’nin görüşü olup, sahih olan görüş de budur. Bu görüşte olmayanların imanları sarsılır. Çünkü yüce Allah: “Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız…” diye buyurmuştur.

Dikkat edilirse, Nisa Suresi 59. Ayette Allah ve Rasûlüne itaat etmek kayıtsız ve şartsızdır. Umerâya olan itaat ise, onların Allah ve Rasûlüne olan itaatlerine bağlanarak kayda alınmıştır. Bunu da ayetteki “minkum – sizden olan” kelimesinden çıkarıyoruz.

Şöyle de denilmiştir: Bunun anlamı, Allah ve Rasûlü en iyi bilir, deyiniz şeklindedir. İşte işi Allah ve Rasûlüne havale etmek budur.

Rasûlullah’ın ﷺ sünneti şayet kıyamete kadar korunmayacak olsaydı, bu ayet bir anlam ifade etmezdi. Çünkü bu ayette herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşüldüğünde ya da dinimizi ilgilendiren herhangi bir konuda ihtilafa düşüldüğünde, Allah’a başvurulurken Rasûlüne de ﷺ başvurulması emri sadece sahabe dönemine has bir emir değildir. Kıyamete kadar bu son dine inanan bütün iman edenlerin de muhatap olduğu bir emirdir. Dolayısıyla kıyamete kadar İslâm’a iman edecek bütün insanların, Kur’an’dan sonra başvuracağı hükümleri ayakta tutacak tek kaynak olan hadis ilmi hakkında şüpheye neden olanlar ve bu ilmi inkâr edenler Allah’ın emrine karşı gelmiş ve İslâm’a ihanet etmiş olurlar.

Rabbimiz Nisa suresi 65. ayette şöyle buyuruyor: “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”

Kur’an’ın hükümlerine sıkıntı duymaksızın zaten tâbi olmamız gerekiyor. Peki, Rasûlullah ﷺ şimdi aramızda nasıl hüküm verecek ve biz sıkıntı duymaksızın tâbi olacağımız hükümleri nereden alacağız?

” Biz her Rasûlü Allah’ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik … ( Nisa, 64 )

Gönderilen Rasûlün görevi sadece Allah’ın vahyettiği ayetleri insanlara ulaştırmak olsaydı, ona itaat edilmesine değil, gönderdiği Kitaba itaat edilmesine vurgu yapılırdı. Oysa birçok ayette Rasûle itaat emredilmektedir.

“ Kim Rasûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik. “ ( Nisa, 80 )

Allah; bu Ayet-i kerime de kulu ve elçisi Muhammed’e itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağını; ona isyan edenin de Allah’a isyan etmiş olacağını haber veriyor. Bunun yegane sebebi, Rasûlullah’ın kendi arzusuyla konuşmaması, konuştuğunun da ancak kendisine vahyedilenden ibaret oluşudur. İbn Ebû Hâtim der ki: Bize Ahmed İbn Sinan’ın… Ebû Hureyre’den rivâyetine göre, Allah Rasûlü ﷺ şöyle buyurmuşlardır: “Bana itaat eden; Allah’a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiştir. Emîre (başkana) itaat eden, bana itaat etmiş; emîre isyan eden de bana isyan etmiştir.” Bu hadis, A’meş’den rivâyetle Buhârî ve Müslim’de zikredilmiştir. Buradaki emir de şerîate muhâlif olmayan emirdir.

Allah “Kim de yüz çevirirse; biz, seni onlara bekçi göndermedik.” buyuruyor ki; burada Allah elçisine, bundan dolayı sana bir vebal yoktur, sana düşen sadece tebliğ etmektir. Sana uyan mutlu olup kurtulur. Onun için meydana gelen ecrin bir misli aynı zamanda sanadır. Kim de senden yüz çevirirse, kaybetmiş ve hüsrana düşmüş olur. Onun durumundan sen sorumlu değilsin, demek istemiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse, o sadece kendine zarar vermiş olur.”

Bu ifadeler, Rasûlullah’ın ﷺ hükmünün aslında Allah’ın hükmü ve Rasûlullah’ın ﷺ buyruğunun aslında Allah’ın buyruğu olduğunu açıkça belirtmektedir. Dolayısıyla, Rasûlullah’a ﷺ itaat çağrısı hem Allah’a hem de Rasûlüne itaat çağrısıdır.

“Oysa aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne davet olunan mü’minlerin sözü ise, “işittik ve itaat ettik” demeleridir… ( Nur, 51 )

Sahabelerin aralarında hükmedecek olan Allah ve Rasûlü ﷺ iken, kıyamete kadar yaşayacak olan Müslümanların aralarında hükmedecek olan sadece Allah’ın hükümleri mi olacak? Rasûlullah’ın ﷺ görevi sadece sahabeler arasında hükmetmek ise bu ayete göre sonraki Müslümanların aralarında elçi olarak kim hükmedecek? Sadece Allah’ın ayetlerde geçen hükümleri söz konusu ise, neden Rasûlün hükmüne davet olunduğunda “işittik ve itaat ettik” diyerek tâbi olunması her mümine emrediliyor?

“De ki: ‘Allah’a itaat edin; Rasûle itaat edin.’ Eğer yüz çevirirseniz, bilin kl o Rasûl, kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz. Eğer O’na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz, Rasûle düşen sadece, apaçık tebliğdir.
( Nur, 54 )

İbn Abbâs ve başkalarından nakledilmiştir: “O’na itaat ederseniz, hidayet bulursunuz.” ifadesi “Yüce Allah hidayet bulmayı O’na itaat ile birlikte takdir buyurmuştur.

Ayette ona itaat etmeden hidayet bulunamayacağı bildirilirken, neden Kur’an’ın yeterli olduğu üzerine vurgu yapılmıyor? Bu ayette de bahsedilen itaatin sadece sahabeleri değil, bütün Müslümanları ilgilendiren bir itaat olduğu bildiriliyor.

“Ey Müslümanlar!) Namazı dosdoğru kılın; zekâtı verin ve Rasûle itaat edin ki rahmet olunasınız. ” ( Nur, 56 )

Allah inanan kullarına namazı kılmalarını emrediyor. Namaz, tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadettir. Onlara zekât vermelerini emrediyor. Zekât, yaratıkların güçsüzlerine ve fakirlerine ihsanda bulunmaktır. Allah ile inanan kullarının bu işlerde Allah Rasûlüne itaat eder durumda olmalarını, kendilerine emrettiği hususlarda peşinden gitmelerini, yasakladıklarını terk etmelerini emrediyor. Böylece belki Allah onlara rahmet edecek, acıyacaktır. Şüphesiz ki, bunları yapana Allah merhamet edecektir.

“Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na sığınırsa, işte kurtuluşa erecek olanlar bunlardır. “ ( Nur 52 )

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafûrdur, rahîmdir. “
( Al-i İmran, 31 )

Bu ayetin hükmüne göre, Allah’ı sevdiğini iddia ettiği halde Muhammed’in ﷺ yolunda olmayan kişi her sözünde ve halinde onun yoluna ve o’nun getirdiği hak dine uymadığı sürece bu davasında yalancıdır. Nitekim sahih bir hadiste Rasûlullah ﷺ şöyle buyurur: “Bizim emrimiz bulunmayan bir işi işleyenin ameli merdûddur.” Bunun içindir ki Allah “De ki: ” Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin.” buyuruyor.

Sizin istediğiniz olan ona sevgi beslemenizin de üstünde Allah’ın size olan sevgisi meydana gelsin. Bilgin ve bilge kişilerin: “Mühim olan senin sevmen de ğil, sevilmendir.” dediği gibi bu ikinci yani Allah’ın sizi sevmesi elbette daha bu yük ve önemlidir.

Hasan el-Basrî ve seleften bazıları şöyle der: Bir grup Allah’ı sevdiğini zanneti de Allah, onları bu ayetle imtihan etti ve “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin.” buyurdu.

İbn Ebû Hâtim diyor; bize babam… Âişe’den nakletti ki; Rasûlullah ﷺ söyle buyurdu: ” Din, sevgi ve öfkeden başka bir şey değildir. Allah “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Sonra da “(Elçisine uymanız mukabilinde) günahlarınızı bağışlasın. O, çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” buyuruyor. Bütün bunlar O’nun peygamberliğinin bereketi ile olur.

Allah sonra havâss ve avamdan olan herkese emrederek buyuruyor ki: “Allah’a ve Rasûle itaat edin. Şayet yüz çevirirlerse (O’nun emrine muhalefet ederlerse) şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.” Bu da delâlet ediyor ki; davranışlarında Rasûlullah’a zıt hareket etmek küfürdür. Bu vasıfta olanları, -her ne kadar kendini Allah’ı seviyor ve O’na yakınlaşıyor zannetse de- Rasûllerin sonuncusu, cinler ve insanlar âlemine Allah’ın elçisi, ümmî Resûl Muhammed’e uyuncaya kadar Allah katiyen sevmeyecektir. O Rasûl ki, Nebîler, Resûller, hattâ ulû’l azm Resûller onun zamanında gelmiş olsalardı, ona ve dinine tâbi olmaktan başka bir şey yapamazlardı.

Sehl ibn Abdullah da der ki: “Allah’ı sevmenin alâmeti Kur’ân’ı sevmektir. Kur’ân’ı sevmenin alâmeti Rasûlullah’ı sevmektir. Rasûlullah meni sevmenin alâmeti sünneti sevmektir. Allah’ı, Kur’ân’ı, Rasûlullah’ı ve sünneti sevmenin alâmeti ise âhireti sevmektir. Ahireti sevmenin alâmeti ise kendisini sevmektir. Kendisini sevmenin alâmeti ise dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alâmeti, ondan ancak yeteri kadar azik ve kendisini hayatta bırakacak kadarını almasıdır.”

Ebud’d-Derdâ’nın rivâyetine göre Rasûlullah ﷺ eden yüce Allah’ın: “Deki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki; Allah da sizi sevsin” buyruğu hakkında şöyle buyurmuştur: “Yani iyilik, takva, tevazu ve nefsin zilleti hususunda (bana tâbi olunuz) demektir.”

Hem Allah’ın Rasûlünü sevdiğini iddia edip de, onun sünnetini gelecek nesillere taşıyan hadis âlimlerini karalayan, iftira atan ve onları insanların gözünde küçük düşürerek delilsiz iddialarla hadisler üzerinde şüphelerin oluşmasına neden olanlar asla Rasûlullah’ı sevmiş olamazlar.

“Rasûl size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. ” ( Haşr, 7 )

Ibn Cüreyc dedi ki: “Size, bana itaat kabilinden olup, getirdiği şeyleri siz de yele getiriniz. Bana masiyet türünden olup, size yasakladığı şeylerden siz de uzak durunuz. “

el-Maverdî dedi ki: “Bunun genel olarak Rasûlullah’ın bütün emir ve yasakları hakkında yorumlandığı söylenmiştir. Çünkü o, ancak salah olan bir işi emreder ve ancak fesâd olan bir işi yasaklar.”

” Allah’a ve Rasûle itaat edin ki rahmet olunasınız. ” ( Ali İmran, 132 )

Allah ile onun elçisine itaat etmeden, Allah’ın rahmetine ve mağfiretine ulaşmanın mümkün olamayacağı gayet açıktır. Kendisine uyulması emredilen Rasûlün yaptıkları işleri, sonraki Müslümanlara ulaştıran hadis kaynakları hakkında, delilsizce inkâr yolunu seçenler ve bu ilmin sahibi olan âlimleri itibarsızlaştırmaya çalışanlar aslında Allah’a isyan etmiş olurlar.

” Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. ” ( Enfal, 46 )

Mücâhid de der ki: ” Muhammed’in ashâbının, Uhud günü onunla çekişmeleri üzerine güçleri kaybolmuştur.

Ayetten Allah’ın ve Rasûlünün emrinin dışına çıkarak çekişmenin Müslümanların birliğinin ve gücünün dağılacağı anlaşılıyor. Ayrıca Rasûle itaat etmeyen yani onun sünnetine göre bir yol izlemeyenlerin dolaylı olarak onunla çekişmiş olacağı ve güçlerini kaybedecekleri de anlaşılmaktadır. Allah’ın elçisinin sünnetine göre hareket edilmeyen hiçbir şeyin başarıya ulaşması mümkün değildir. Eninde sonunda başarısızlıkla sonuçlanacak, ayetin gereği tecelli edecektir.

“ Şüphesiz ki Zikr’i biz indirdik. O’nu koruyacak olan da biziz, ” ( Hicr, 9 )

Şüphesiz ki, Rasûlullah’ın ﷺ sünneti, Allah tarafından inen bir vahiydir. Allah, Kur’an’ı Kerim’i koruduğu gibi sünneti de korumuş, onu tahrifçilerin tahrifinden ve cahillerin batıl tevillerinden korumak için, onların ileri sürdükleri şüpheleri ortadan kaldıran âlimleri, bu işe hazır kılmıştır.

Cahil, yalancı ve inkârcıların sünnete yamamaya çalıştıkları her iftira ve yalanı bu âlimler bertaraf edip çürütmüşlerdir. Çünkü Allah sünneti Kur’ân’ın tefsiri ve Kur’an’daki özetle bildirdiği hükümlerin açıklayıcısı kılmış, buna ilave olarak, Kur’an’da zikretmediği başka hükümleri sünnet aracılığıyla bildirmiştir.

Sosyal Ağda Paylaş

Bir cevap yazın