Hadislerin Kur’an’a arz edilmesi

Hadis inkârcılarının öne sürdükleri bir gerekçe de hadisleri Kur’an’a arz etmek. Bir inkârcı diyor ki: ” Biz hadisleri Kur’an’a arz ederiz ve deriz ki: ” Ey Kur’an! Önümüzde Peygamberimize ait olduğu söylenen bir söz var! Sen bunu kabul ediyor musun?
Eğer kabul ediyor musun? Eğer kabul ediyorsan ” EyvaAllah ” Kabul etmiyorsan, kimin sözü olursa olsun, biz de kabul etmiyoruz. “

Açıklama: Bu sözü söyleyenlerin delil kabul ettikleri rivayetler var. Öncelikle bu rivayetleri inceleyelim.

Rasûlullah’a isnad edilen, “Benden size gelen şeyi Allah’ın Kitabına arz edin. O’na uygunsa ben söylemişimdir. Şayet ona uygun değilse ben söylememişimdir.”

Yahya ibn Maîn ve İbn Teymiyye gibi birçok âlim/imam da bu hadisin zındıklarca uydurulduğunu beyan etmişlerdir.

İbn Hacer “arz” hakkındaki hadislerin bütün tarîklerinin tenkit edildiğini ifade etmiştir.

Şevkânî, bu hadisin sıhhatiyle ilgili şu açıklamayı yapmaktadır: “Hattâbi bu hadisi zındıkların uydurduğunu söylemiş ve “Bana Kitap ve onun benzeri verildi.” hadisi ile reddetmiştir. Sağani de aynı şeyi söyler. Bence, Zehebi’nin naklettiği gibi, bu hadisi uyduranların zındıklar olduğunu, Hattâbi ve Sağani’den önce Yahya ibn Main söylemiştir. Bu hadisin uydurma olduğunun delili yine kendinde mevcuttur. Zira bu hadisi Kur’an’a arz ettiğimizde, Kur’an’a muhalif olduğunu görürüz. Yüce Allah, Kitabında: “Resûl size neyi verirse onu alın, sizi neden nehyettiyse ondan kaçının.” buyurmaktadır. Bu gibi ayetler çoktur.

İbn Abdilberr’in naklettiği bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur: ” Bana nispet edilen her şeyi, Allah’ın Kitabına arz ediniz; ona uyarsa, ben söylemişimdir, ona aykırı ise ben söylememişimdir. Ben, ancak Allah’ın kitabına muvafık olurum zira Allah, beni, onunla hidayete erdirmiştir.”

İbn Abdilberr de hadisin sahih olmadığını şöyle belirtmektedir: “Allah, Rasûlüne itaati ve ona uymayı, tıpkı Kitabı’na uymamızı emrettiği gibi özlü ve mutlak bir şekilde emretmiş, hiçbir kayıtlamaya gitmemiştir. Bazı sapıkların dediği gibi, “Kitab’a uygun olanı alınız” dememiştir. Abdurrahman ibn Mehdî, bu hadisi zındıkların ve Haricilerin uydurduğunu söylemiştir. Bu hadisteki lafızlar, sahih hadisi/sahih olmayanından ayırmakta (üstad olan) âlimlere göre, Rasûlullah’a ait değildir. Bir grup âlim, bu hadisi Kur’an’a arz etmişler ve bizzat bu hadisin Kur’an ile çeliştiğini ortaya çıkarmışlardır. Zira Allah’ın Kitabı’nda ‘Kitaba uygun düşenler dışında Resûlullah’tan gelen hiçbir hadisin kabul edilmeyeceğinden bahsedilmemektedir. Bilakis, Kur’an’da bulduğumuz kadarıyla Rasûlullah örnek olarak gösterilmekte, ona itaat emredilmekte ve her hâlükârda onun emrine muhalefet etmekten kaçınmak gerektiği zikredilmektedir.

Kurtubî, hadisi Kur’an’a arz etmeye gerek olmadığını belirttikten sonra, söz konusu arz hadisini zikretmekte ve “Bu, aslı olmayan batıl bir sözdür.” hükmünü vermektedir.

Son devir âlimlerimizden A. Hamdi Akseki, arz hadisiyle ilgili kanaatlerini belirtirken şöyle demektedir: “Vaktiyle havariç denilen ve Ali’ye karşı gelen firka, “Allah’ın kitabı bize yeter.” diyerek Resûlullah’ın sünnetini tanımamak istemişlerdi. Havariç tiynetinden olan bazı kimseler de kötü bir fikir ile Müslümanlığın kitabı Kur’an’dan ibarettir. Biz yalnız Kur’an’ı tanırız, Kur’an’da olmayanları kabul etmeyiz, derler. Bunlar hadisin sahih olup olmadığını da Kur’an’a uygun olup olmaması ile ölçüyorlar. Eğer hadis Kur’an’a muvafık ise, yani hadis ile tespit edilen hüküm Kur’an’da aynen varsa o hadis makbuldür, sahihtir, yoksa sahih değildir, derler. Bu hususta Rasûlullah’dan rivayet edilen şu hadis ile de ihticac etmek isterler: “Muhakkak siz benden sonra ihtilafa düşersiniz, aranızda fikir ayrılıkları çıkar; öyle ise benden size bir hadis rivayet edildiğinde, onu Allah’ın Kitabı’na arz ediniz, Onunla karşılaştırınız, Ona muvafık olan bendendir, muvâfık olmayan benden değildir.” Sevbân (0. h. 54) den rivayet olunan bu söze, Resûlullah’ın hadisi nazarıyla bakacak olursak, Kur’an’ı Kerîm’de açık olarak bulunmayan bir hükmü ihtiva eden hadislerin hiçbiri Resûlullah’tan değildir, diye hükmetmek lazımdır. Bu ise dini yıkmaktan başka bir şey değildir.”

İbn Abdilberr, bu haberi kabul etmemekte, Kur’an-Kerîm’de Rasûlullah’a itaat etmeyi emreden ayetlerin mutlak olduğunu, bir kısım bidatçıların iddia ettiği gibi, “Rasûlullah’ın, sadece Allah’ın Kitabı’na uygun düşen sözlerine ittiba edin.” buyrulmadığını söylemektedir.

El-Beyhakî “el-Medhalu ‘l Kebîr” diye bilinen “el-Medhal ile’s Sünen” adlı eserinde de şöyle der: “İmam eş-Şâfiî şöyle demiştir: Rasûlullah’dan gelen bazı hadisleri reddeden bir kimse bana şu hadisi delil olarak gösterdi: “Benden size gelen haberi Kur’ân’a arz edin. Ona uyuyorsa, onu ben demişimdir. Uymuyorsa onu ben dememişimdir.” O kimseye şöyle dedim: Az çok rivayeti sahih olan hiçbir kimse bunu rivayet etmemiştir. Bu meçhul bir kimseden gelen munkatı’ (senedi kopuk) bir rivayettir. Biz ise böyle rivayetleri herhangi bir konuda delil olarak kabul etmeyiz.

Rasûlullah’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmekledir: “Benim sözlerim yayılacaktır. Size benden bir hadis gelirse. Allah’ın Kitabı’na uygun düşeni ben söylemişimdir. Uygun olmayanı ise söylememişimdir.” Bu hadis Abdullah ibn Ömer’den mevsul olarak da nakledilmiştir.

Sevbân chi, Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “ Dikkat edin! İslâm’ın karşısına musibetler, hezimetler çıkacaktır. ” Orada bulunanlar “ O zaman biz; ne yaparız, ya Resûlullah! ” Dediler. Bunun üzerine Resûlullah “Sözlerimi Kitap’la karşılaştırın Kitaba uygun olan benim sözümdür, ben söylemişimdir.” buyurdu.

Bu rivayetin isnadı tenkid edilmiş, isnaddaki Yezid ibn Rebî’a’nın metruk bir ravî olduğu, münker hadisler rivayet ettiği söylenmiştir.

Bu zat özellikle “Ebu’l-Eş’as’dan Sevbân” tarîkiyle rivayet ettiği haberlerde aşırı ihtilâfla, (karıştırma) suçlanmıştır.

Hadisin Kur’ân’a arz edilmesine delil olarak ileri sürülen bu rivayetlerin hiçbirinin ne sened yönünden ne de metin yönünden “arz” meselesine delil olamayacağı anlaşılmaktadır.

İmam Şâfiî ise er-Risâle adlı eserinde bu hadisle ilgili olarak şöyle demektedir: “Önemli veya önemsiz herhangi bir konuda sahih hadis rivayet etmiş olan hiçbir kimse bu hadisi rivayet etmemiştir. Ayrıca bu, meçhul bir kimseden yapılmış olan munkatı bir rivayettir. Biz böyle bir rivayeti hiçbir konuda kabul etmeyiz.”

İmam Şâfiî sahih hadislerle amel etmenin, Allah’ın emri olduğunu, böyle bir hadisle amel etmeyenin aklını kaçırmış olacağını belirtmiştir.

Bu sebeple sünnet, Kur’an’ı tefsir ve takyid etmekle beraber, Kur’an’ın bir nas getirmediği konularında da müstakil hüküm koyar. Sünnetin koyduğu hükümler zahiren Kur’an’a muhalif görünse bile, bu durum maksadın tayinine delalet eden karinelerin bilinmeyişindendir der.

Ahmed ibn Hanbel de: “Kur’ân’ın zahiri ile sünnet reddedilmez. Kur’an’ın manasını ve delaletini sünnet tayin eder. Bu yüzden Kur’an’ın umumuna muhalif diyerek hadis reddedilmez. Böyle bir hadis, aslında Kur’ân’ı beyan ve tefsir etmiştir.” der.

İbn Hazm şöyle demektedir: “Sahih bir haberin (hadis) Kur’an’a muhalif olması kesinlikle mümkün değildir. Her hadis dindir.
Ya (doğrudan doğruya ) Kur’an’a izafe olunur, O’na bağlıdır ve O’nun mücmelini tefsir eder, ya da Kur’an’dan müstesnadır ve yine O’nun mücmelini açıklar. Bir üçüncü yön ( Kur’an’a muhalif hadisin varlığı ) imkansızdır.

—– ibn Hazm’a göre, Resûlullah’ın sözleri, Kur’an gibi, vahiydir. Bu nedenle, aralarında ne bir çatışma ve ne de bir çelişme söz konusu olabilir.

ilk bakışta kulağa hoş gelen cümleleri, art niyetli kişilerin Kur’an ve sünnetin arasını ayırmadaki sinsi planlarına alet ettiklerini görüyoruz. Sahih bir hadisin, Kur’an’a dayandığı, ona aykırı olmaması gerektiği açıktır. Ancak hadis usûlüne uygun olarak, Resûlullah’ın söylediği hakkında deliller olan sahih bir hadisi, geçerli saymak gayesiyle Kur’an’a arz etmek doğru değildir.
Çünkü bu nitelikteki hadis, başlı başına delildir.

“Arap dili, çok geniş ve zengin bir dildir. Bir Resûlden başkasının onu bütün yönleriyle bilmesi ve kavraması mümkün değildir. Dolayısıyla Arapçanın en mükemmel örneği olan Kur’ân’ı en iyi anlayan da Rasûlullah’tır.”

Allah Resûlünün, Kur’an’ı anlamadaki önceliğinin, bilgisinin ve tecrübesinin önüne hiçbir kimse geçemez. Ve hiçbir kimse Kur’an’ı onun gibi anlayıp, açıklayamaz. Dolayısıyla Resûlullah’ın Kur’an’dan bizim anlamadığımız birtakım hakikatleri ve ince manâları anlamış olması elbette mümkündür. Bu nedenle onun hadislerinin, Kur’an ile uygunluğunun anlaşılması da her zaman mümkün olmayabilir.

Sa’id ibn Cübeyr kendisine: “Rivayet ettiğin hadis Allah’ın Kitabına aykırıdır.” diyen bir adama “Bana bak! Ben sana Resûlullah’tan hadis rivayet ediyorum, sen onu Allah’ın Kitabı’na arz ediyorsun. Allah Resûlü, Allah’ın Kitabı’nı senden çok daha iyi bilir.” şeklinde karşılık vermiştir.

Hadisin Kur’an’la karşılaştırılması, hadisin anlaşılması (fıkıh) ve yorumlanması (tevil) için bir zarurettir. Nitekim İslâm bilginleri hadisleri yorumlarken veya muhtemel yorumlardan birini tercih ederken Kur’an’a uygunluk ilkesine riayet etmişlerdir.

Bir hadisin sahih olup, olmadığının belirlenmesi ve delil kabul edilebilmesi için Kur’an’a arz edilmesi doğru değildir. Sahih hadisin Kur’an’a arzı, hadisçilerin kabul etmediği bir metottur.

Haricîlerin bir kısmı Kur’an’ı yeterli görmüşler ve “Bize Allah’ın Kitabı yeter.” demişlerdir.

“Onlar, şer’i hükümlerin ancak Kur’an’da bulunduğu takdirde delil olabileceğini iddia etmiş; recmi ve mestler üzerine meshi bu sebeple kabul etmemişlerdir. “
” Bu görüşleri nedeniyle hadislerin Kur’an’a arz edilmesi ile ilgili rivayetin haricîler tarafından uydurulduğu ileri sürülmüştür. ”

Kur’an’a Ters Düşmeyen Uydurma Hadislerin Varlığı

Hadislerde vaz (uydurma) hareketleri incelendiğinde görülür ki; hadis uyduranlar, bunu gelişi güzel bir şekilde yapmıyorlardı. Hadis uyduranlar, İslâm’ın temel ilkelerini, Kur’ân’ı, hadisin tarihini ve isnadlarını biliyorlardı. Bu kimseler, siyasi, itikadi ve benzeri nedenlerle hadis uydurmuş olsalar bile, bu temel ilkelerle çatışmamaya dikkat ediyorlardı. Daha açık söylemek gerekirse, üretilen hadislerin önemli bir kısmı Kur’an ile çatışacak unsurları ihtiva etmiyordu. Bu konuda verilebilecek en güzel misalleri, terhîb (kötülükten uzaklaştırma) ve terğib (iyiliğe yöneltme) niyetiyle uydurulan hadisler teşkil etmektedir. Bu hadislerin gayesi ile Kur’an’ın gayesi arasında bir paralellik bulunduğu her zaman görülebilmektedir.

Resûlullah’a isnad edilen “İlim Çin’de bile olsa alınız. İlim talebi her Müslümana farzdır.” hadisinin Kur’an’a ters düşmediği açıktır. Zira Kur’an’ın ve Resûlullah’ın düşünmeye, öğrenmeye ne kadar büyük bir önem verdiğini biliyoruz. Kur’an ile uygunluğuna rağmen bu hadis uydurma kabul edilmiştir.

Bu uydurma hadisi Kur’an’a arz ettiğimizde Kur’an bunu kabul edecektir. Ancak Kur’an’a uysa da bu sözü Resûlullah söylememiştir. Dolayısıyla Kur’an’a her uyan söz Resûle ait olmayabilir. Bunun bir ilmî süzgeçten (yani usûl-ü hadis) geçmeden Resûle ait bir söz olup olmadığını tespit etmek mümkün değildir. Bu durumda da Resûle ait bir söz olup olmadığı bilinmeyince de itaatle mükellef olunacak bir durum olmaz. Oysa Kur’an’da onun emrine itaat emredilmektedir.

Hadislerin Kur’an’a arz edilmesinden kastıin Kur’an’la karşılaştırılması olduğunu düşünsek dahi, bu iş ancak âlimler tarafından yapılabilecek bir iştir. Hadis inkârcılarının elebaşları “Hadisleri Kur’an’a arz ediyoruz, O da kabul etmiyor.” derken aslında Kuran’a değil ancak hevâlarına arz ediyorlar. Bu sapıtmış insanlar peşlerine takılan cahil insanları akletmeye sevk ederken o kadar şımartıp ukalalaştırdılar ki, hiçbir ilmî birikimi olmayan cahiller dahi hadisleri Kur’an’a arz ediyoruz diye onun mealine arz etmeye kalkıyorlar. Güya aklediyor ve Kur’an’a arz ediyorlar. Bu cehalete hayret etmemek mümkün değil.

Bazen hadis inkârcılarına kapılmış, cahil insanlardan sahih bir hadis hakkında “ Hocam bu Kur’ân’a ters değil mi? ” diye soranlar oluyor.

Ben de “Bunu kim söylüyor?” dediğim zaman; “Hadisi sadece aklımıza yatmadı diye reddedemez miyiz? inanmak mı zorundayız? Yani illa uydurmadır demeyip bir şekilde tevil ederek, kurtarmalı mıyız? Uydurma dersek olmuyor mu?” diyenler oldu.

Ben de böyle insanlara; “Kardeşim! Uydurma hadisler elbette var. Ama bunlar ehliyetli âlimler tarafından tespit edilebilir ve edilmiştir de zaten. Ama sizin böyle bir ilmî birikiminiz tedrisâtınız ve bu hususta ilmî bir kariyeriniz var mı ki siz bunu yapacaksınız? Yani âlim misiniz, sıradan biri misiniz? İlminiz ne? Ben ona göre cevap vereyim.” diye sorduğumda hiçbir cevap alamamışımdır. Çünkü bu insanlarda karşılaştığım tek şey cehaletleri ve bir o kadar da ukala olmalarıydı.

Netice olarak;

  • Âlimlerimiz sünneti Kur’an’a arz bahanesiyle reddetmenin doğru olamayacağını, sünnetin Kur’an’ı açıkladığı, tefsir ettiği gibi onda bulunmayan bazı hükümler koyabileceğini söylemişlerdir. Zahiren Kur’an’a muhalefet ediyor gibi görünse de bu sebeple hadislerin reddedilmeyeceğini, zira her ikisinin de kaynağının vahiy olduğundan birbirine zıt olmayacağını, zahiri zıtlıkların ise mutlaka bir izahının olduğunu söylemişlerdir.
  • Hadisleri Kur’an’a uyuyorsa alırız, uymuyorsa almayız diyecek bir insanın öncelikle Kur’an’ın bütün ilimlerini bilmesi gerekir. Daha sonra da bütün hadisleri bilmesi ve hadislerin değerlendirmesini yapabilecek ilme sahip olması gerekir. Aksi halde hadisleri Kur’an’a değil aklına arz eder.
  • Hadisin Kur’an’a arzı diye bir metottan bahsedilemez. Zira uydurma hadisler usûlü hadis kriterleri çerçevesindeki kurallara göre tespit edilmiştir. Aksi halde hadis Kur’an’a arz edildiğinde, O’nu takyid veya tahsis eden, mücmelini beyan eden ya da Kur’an’a ziyadelikte bulunan bir hadis, sahih olduğu halde uydurma kabul edilebilir.
  • Kur’an ile çelişmemek en önemli ve tek başına bir ölçü olursa, bir hadisi Kur’an’a arz ettiğimizde, O’na uygun düştüğü için “sahihtir” ve bu söz Resûlullah’a ait bir hadistir hükmünü veremeyiz. Eğer böyle kabul edersek, Kur’an’a uygun düşen bir hadise bu uygunluğundan dolayı “sahih” demek, uydurma bir hadisi sahih kabul etmek demek olacaktır. Böylece Kur’an’a uyan ama Allah Resûlünün söylemediği birçok sözü sırf Kur’an’a uygun olduğu için Resûlullah’ın hadisi olarak kabul etmek gerekecektir.
  • Hadislerin Kur’an’a arz edilmesi meselesini cahillerin eline teslim etmek, tıpkı dolu silahı bir çocuğun eline teslim etmek gibidir. Tıpkı bunun gibi hadis inkârının elebaşları da ancak ilim sahiplerinin değerlendirebileceği meseleleri cahillerin ellerine teslim ettiler. Yani bu cahillerin yapabilecekleri tahrifatı kimse kestiremez.
  • Hadis inkârcılarının güya sahih hadisleri ortaya çıkarmak maksadıyla, onları Kur’an’a arz etmek gerektiğine dair delil getirirken,
    Sahih olmayan bir hadise sarılmaları onların hadis hakkındaki ilmî seviyelerinin ne kadar düşük olduğunu ortaya koyuyor. Sahih hadisi ortaya çıkarırken uydurma bir rivayeti öne sürenin ilim adamları yanında itibar edilecek bir tarafı yoktur. Onların itibarı ancak cahillerin yanında yüksektir. Çünkü süslü sözleriyle ancak onları kendilerine inandırabilirler.

Sosyal Ağda Paylaş

Bir cevap yazın