!!.Allah’ın sıfatları; Sıfât-ı Zâtiyye – Sıfât-ı Sübûtiyye.!!

Allah-u Teâlâ’ya iman, onun zatına ait Kemal sıfatları ile muttasif olduğuna ve noksanlık ifade eden sıfatlardan da münezzeh olduğuna inanmayı iktiza eder. Allah-u Teâlâ’nın sıfatları mevzusunda asıl olan, O’nun Her nevi Kemal sıfatına sahip olduğuna ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanmaktır.

Sıfâ-ı Zâtiyye.

1) Vücûd: Var olmak manasına gelen vücud, Allah-u Teâlâ’nın zâtı üzerine, zaid ezeli bir sıfatı olup, sıfat-ı nefsiyye denir. Allah’ın varlığı zâtının gereği ve zaruri olduğu için O’na vâcibü’l-vücûd denilmiştir. Allah-u Teâlâ’nın hem zâtı hem de sıfatları için kadim kelimesi kullanılırken, vâcib kelimesi sadece zâtı yani vücûd için kullanılmıştır. Ehl-i Sünnet, genel manada Allah’ın vücûdu demenin zâtı demek, zâtı demenin de vücûdu demek olduğunu kabul etmiştir. Kelamcıların ekserisi, vücûdun, Allah-u Teâlâ’nın zâtına zaid ayrı bir sıfat olduğunu beyan etmekle birlikte, bazı alimler, Vücûdun, zâtın aynısı olduğunu söyleyip, ayrı bir sıfat olarak görmemişlerdir. Ancak vücûdun, zâtın aynı olduğuna hükmedip Allah, O’ndan başka mevcutların olmadığını ifade etmek, doğru değildir.

2) Kıdem: Ezeli olmak, varlığının başlangıcı olmamak manasına gelen kıdem, Allah-u Teâlâ’nın varlığının evveli olmadığını ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de; Allah-u Teâlâ; “O, evvel ve ahirdir.” (Hadid, 3) buyrularak, O’nun evvelinin ve sonunun olmadığı, yani O’ndan evvel de sonra bir şeyin bulunmadığı beyan edilmiştir. Zira evveli olmayan bir şeyin âhiri, âhiri olmayan bir şeyin de evveli yoktur.

Kadim ve ezeli olmanın zıttı ise hadis/muhdes; Olmaktır ki, bu varlığı zaruri olan (vâcibü’l-vücûd) Allah’ın dışındaki (mümkünü’l-vücûd; câizu’l-vücûd) Varlıkların sıfatıdır. Varlığı vâcib olanın ezeli ve kadim olması zâtının iktizası olup, varlığının başlangıcı olmadığından dolayı var olması için bir sebebe veya var ediciye ihtiyaç duymaz. Zira muhdes olanın bir muhdise (Yaratıcıya) İhtiyacı vardır. Her varlığın var olması için bir sebebe muhdise ihtiyaç duyması ise teselsül olacağından batıldır. Bu itibarla kıdem, evvelinden yokluk geçmeyen yalnız Allah’a mahsus bir sıfat olup, onun zıddı hadis sıfatını Allah’tan nehyeder.

3) Bekâ: Kelime olarak sonu olmamak, ebedi olmak manasına gelen bekâ, Allah-u Teâlâ’nın varlığının nihayetinin olmadığını, yani ezeli olduğunu ifade eder. Bir şeyin hadis olmadığı sabit olunca onun kıdemi ve bekası da sabit olmuş olur. Ayet-i Kerimede mealen;
“Kainatta ne varsa hepsi fanidir. Yalnız Celal ve ikram sahibi olan rabbin bâkidir.”
(Rahman, 26-27) buyrularak Allah’ın bekâ sıfatına dikkat çekmiştir.

Allah-u Teâlâ’nın bekâ sıfatına sahip olması onun zıttı olan, fena ve zeval gibi sıfatları Allah’tan nehyeder. Kıdem-i zâti ile kadim olan vâcibü’l-vücûd’un ezeli ve ebedi olması da zaruridir.

4) Vahdâniyet: vahdâniyet, Allah-u Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olması, yani eşinin, benzerinin ve ortağının bulunmaması demektir. Allah-u Teâlâ’nın vahdâniyeti, O’nun kibriya ve azamette tek olduğu, uluhiyet ve rububiyette ortağının bulunmadığı manasında olup, sayıların isimlerinden olan “Bir” itibariyle değildir.
İhlas suresinde Allah’ın benzerinin ve denginin olmadığı beyan edilerek söyle buyurulmaktadır.
” De ki; O Allah bir tektir. Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir). Doğurmadı ve doğurulmadı. O’na bir denk de olmadı.” (İhlas suresi)

5) Muhâlefetün li’l-havâdis: Sonradan olanlara muhalif olmak manasına gelen muhâlefetünli’i-havâdis, Allah-u Teala’nın yaratılanlara benzememesidir. Havadisin sonradan yaratılma ve bir yaratıcıya ihtiyacı zaruri olduğu gibi, sonradan olan şeyler, yok olmak (fena) ve zeval bulmak sıfatına da haizdir. Allah Teâla ise, vâcibül-vücûd olup, hudûs, fena ve zevalden münezzeh olmakla yaratılanlara hiçbir şekilde benzemez.

Allah-u Teâla’nın hayat, semi, basar, irade ve kudret gibi sıfatları olsa da bunlar hicbir şekilde mahlukatın sıfatlarına benzemediğinden, kulun teşbih ve tecsime gitmeden Allah’n zâtına, sıfatlatına ve isimlerine inanması Zarûridir. Allah-u Teala’nın zatında, sıfatlarında ve fillerinde benzeri olmadığında O’nun rahmeti ve gazabı, mahlukatınkine benzemediği gibi ilgili âyetlerde Allaha izafe edilen yed, istiva ve vech sıfatlarını da yaratılanların sıfatlarına benzeterek anlamak ve inanmak caiz değildir. “Hic kimse O’na denk olmadı.”
(İhlas, 4) “Hiçbir şey Allah’ın misli olmadı.” (Şura, 11)
Mealindeki ayetler, Allah-u Teâlâ’nın hiçbir şekilde mahlukata benzemediğini, O’nun hiçbir şekilde misal ve benzerinin olmadığını,
Allah-u Teâlâ’nın zâtında ve sıfatlarında mahlukata ait olan her şeyden yüce olduğunu beyan etmektedir.

6- Kıyâm bi-nefsihi: Kendi zâtıyla kaim olan manasına gelen Kıyâm bi-nefsihi, Allah-u Teâlâ’nın hiçbir şeye muhtaç olmadan var olduğunu açıklar. Allah-u Teâlâ’nın, zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. O, var olmak için yer, zaman, cevher ve a’raz gibi mahlukun ihtiyaç duyduğu şeylerden müstağnidir. Allah, kullarını onlara ihtiyaç duyduğundan yaratmadığı gibi onları ibadetle mükellef tutması da O’nun kullarının ibadetine ihtiyacı olduğundan değildir. Zira muhtaç olmak noksanlık alameti olup, Allah-u Teâlâ hey nevi noksanlıktan münezzehtir.

Kur’an-ı Kerim’de; “Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her şeyden müstağnidir ve Hamde layık olan sadece O’dur. (Fatır, 15) buyrulmaktadır. Bu ayetler, Allah’ın insanları olan Emir ve yasaklarının veya çeşitli sıkıntılarla imtihanın, Allah’ın onlara ihtiyacı olduğundan değil, insanların onlara ihtiyacı sebebiyle olduğunu bildirmektedir. İnsanlar Allah’ın emirlerine uyar ve itaat ederse faydası onlara olduğu gibi, isyan edecek olurlarsa zararı da yine kendilerinindir. Nitekim bir başka ayette; “Her kim, çalışıp gayret ederse, ancak kendisi için çalışmış, gayret etmiş olur. Muhakkak ki Allah, alemlerden müstağnidir.” (Ankebut, 6)

Sıfât-ı Sübûtiyye

1-) Hayat: Allah-u Teâlâ, hayat sıfatında muttassıftır. Allah-u Teâlâ’nın hayat sıfatı, mahlukatın hayatı gibi olmayıp, O zâtıyla kâim, ezeli ve ebedi Hayat-ı hakîkiyye sıfatında hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde mahlukun hayatı ve muvakkat ve mahdut olup, Allah’ın ona hayat vermesine muhtaçtır. Ayette;
“Kendinden başka ilah olmayan Allah, hayat ile diri, bâki ve zâtı ile kâimdir.” (Al-i İmran, 2)

2- İlim: İlim, Allah-u Teâlâ’nın zâtıyla kâim ezeli ve ebedi bir sıfatı olup, Allah, olmuşu, olacak olanı, yerde ve gökte bulunan her şeyi, küllî olanı, cüzî olanı, gizli ve açık bulunanı, gâibi ve şahidi, bilir. Allah’ın ilmi vaki olan, olmayan her şeye taalluk eder ve mevcûdu, mecûd olarak, ma’dumu (Yokluk) ma’dum olarak bilir.
O, kumun tanelerini, yaprakların ve çiçeklerin adetini, karada, denizde ve yer üstünde bulunan canlıların ve diğer varlıkların hepsinin ne yaptıklarını ve ne halde olduklarını bütün tahsilatıyla bilir. Ayetlerde mealen;
“Karada ve denizde ne varsa hepsini Allah bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez.” (Enam, 59) ve “Görmedin mi ki, göklerde ne var, yerde ne var ise, muhakkak Allah hepsini bilir.” (Mücadele, 7)

Allah her şeyi bildiği halde, O’nun ilminde bir değişiklik, ziyade ve noksanlık meydana gelmez. Zira Allah’ın ilmi mahlukun ilmi gibi olmadığından, O değişecek şeyleri değişmeden önce, değişeceği şekliyle bilir.
Bu ayna misali ile daha iyi anlaşılabilir ki; Aynanın önünden geçenler ve aynada görünenler değiştiği halde aynada bir değişiklik olmaz. Allah, birihtiyaç duymadan ve zorluk meydana gelmeden bildiği gibi,
O’na unutkanlık arız olmaz. Allah’ın ilmi zaman ve kayıtlı olmayıp, O geçmiş ve geleceği aynı şekilde bilir. Kainattaki nizam ve intizam, canlı ve cansız olsun bütün varlıkların ifa ettikleri vazifeler, Allah’ın İlim ve hikmetinin en büyük alametlerindendir.

3- Semi’: kelime olarak işitmek manasına gelen Semi’, Allah-u Teâlâ’nın zâtıyla kâim ezeli ve ebedi sıfatlarındandır. Pek çok ayette “Muhakkak Allah Semi’ ve basîrdir.” Bulunmaktadır. Allah-u Teâlâ, kulak veya benzeri alet ve uzuvlara ihtiyaç duymaksızın işitir ve Allah’ın işitmesi, gizli olsun, sesli olsun, uzak olsun, yakın olsun, işitme şanından olan her şeye taalluk eder. Allah’ın işitmesi, insan ve diğer canlıların işitmesi gibi değildir.

4- Basar: Görmek manasına gelen Basar, Allah-u Teâlâ’nın zatıyla kâim ezeli sıfatlarındandır. Bi’dât ehli fırkalara mensup bazı kimseler hariç Allah-u Teâlâ’nın Basar sıfatına sahip olduğu hususunda ittifak vardır.
Allah-u Teâlâ’nın Semi’ sıfatı gibi Basar sıfatına sahip olduğu konusunda pek çok ayet bulunmaktadır.

Nakli delillerin yanı sıra, aklen de Allah-u Teâlâ’nın Basar ve Semi’ sıfatlarına sahip olduğu anlaşılır. Zira Hayat sahibi olan bir varlığın Basar ve Semi’ sıfatlarına sahip olmaması demek, onların zıddıyla vasıflanması yani Sağır ve Kör olmasını iktiza eder ki, bu manaları Allah’a nispet etmek sahih olmadığından Allah-u Teâlâ’nın, Basar ve Semi’ sıfatları haktır. Allah-u Teâlâ, görme şanından olan her şeyi görür ve O’nun görmesinden hiç bir şey gizli kalmaz. Allah-u Teâlâ’nın görmesi için mahlukata olduğu gibi, göz, ışık, zaman, mekan ve mesafe gibi şeylere ihtiyacı olmadığı gibi görülecek olan şeyin gizli yada aşikar olması da fark etmez.
Allah-u Teâlâ’nın Basar ve Semi’ sıfatının taallukunun kemâlâtı , “Allah, karanlık bir gecede, kara bir taşın üzerindeki kara bir karıncanın hareketini görür ve işitir” ifadesiyle anlatılmıştır.

5 – İrade (Kudret): Kelime olarak dileme, ihtiyar, arzu, rıza, ve isteme manasına gelen İrade,
Allah-u Teâlâ’nın zatına mahsus ezeli ve ebedi sıfatlarındandır. İrade, “Herhangi bir vakitte yapmak veya terk etmek noktasında bir şeyin iki taraftan birine tercihe tahsis edilen sıfat” şeklinde açıklanmıştır. İradenin zıddı, cebir ve mecburiyet olup, Allah-u Teâlâ bunlardan münezzehtir. Allah-u Teâlâ’nın irade sıfatı, caiz ve mümkün olana taalluk edip vacip ve muhal olana taalluk etmez. Çünkü vacip olan, zaruri olarak vardır, mümteni (Muhal) olan ise zaruri olarak yok olduğundan bunlara iradenin taallukunda bir hikmet bulunmaz. Kullar iradeleriyle her neyi kesb ederlerse, mücerred kulun iradesiyle vücuda gelmeyip, bilakis kulların işlerinin vücuda gelmesine Allah-u Teâlâ’nın iradeti taalluk eder,kudret ve tekvin taalluk ederse vücuda gelir, Allah-u Teâlâ’nın, vücuda gelmesini dilemediği nesne vücuda gelmez, var olmaz. Zira vücuda gelmesini dilemediği nesnenin vücuda gelmesi, acizlik alameti olup, Allah-u Teâlâ hakkında bu muhaldir.

Ehl-i Sünnet alimler, Allah-u Teâlâ’nın zatıyla kâim ezeli bir “İrade” sıfatının olduğunu, hayır veya şer,
iyi veya kötü, cevher veya araz olsun her şeyin Allah-u Teâlâ’nın iradesiyle meydana geldiğinde ittifak etmişlerdir. Allah-u Teâlâ’nın İrade sıfatı ifade edilirken İrade kelimesini yanı sıra meşîet kelimesine de yer verilmekle birlikte kelamcıların çoğunluğu Allah’a nispeti acısından bu iki kelime arasında bir farkın bulunmadığını kabul ettiklerinden genellikle İrade kelimesi kullanılmıştır.

Ayetlerde mealen; “Allah bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri, ona “ol” demektir. O da hemen olur.” (Yasin, 82) “Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz.” (Tekvir, 29)
“Allah dilediğini yaratır.” (Al-i İmran, 47) Ayet-i Kerime de beyan edildiği şekilde; Allah’ın irade ettiği her şey olur. Allah’ın irade ettiği bir şeyin gerçekleşmemesi O’nun acizliği manasına geleceğinden bu Allah hakkında muhaldir.

6- Kudret: Kudret, Allah-u Teâlâ’nın zatıyla kâim ezeli sıfatlarından birisi olup, Allah-u Teâlâ’nın sonsuz gücünün ifade eder. Allah-u Teâlâ’nın Kudret sahibi olmaması demek onun için hiç bir iradesi ve iradesinin yapma imkanı olmaması, dolayısıyla Allah-u Teâlâ’nın hiç bir şeye mâlik bulunmaması demektir ki;
Bu Allah-u Teâlâ için geçersizdir. O, mahlukatın gücüne benzemeyen ve kulların gücünü de yaratan sonsuz kudretin sahibidir. Allah-u Teâlâ’nın kudret sıfatı mahlukat yok iken de vardı.
Allah-u Teâlâ Kudret-i hakiyeye ile mevsuf olup O’nun kudret sıfatı, İrade sıfatının taallukuna uygun olan mümkinata taalluk eder. Allah-u Teâlâ, makdurata, hadis bir kudret ile değil, kadim kudret sıfatıyla kadir olur. Allah-u Teâlâ’nın zatı ile kâim vücud, hayat ve irade gibi sıfatlarının sabit olması O’nun ilim ve kudret gibi sıfatlarının da varlığını zaruri kılar. Allah-u Teâlâ’nın istediğini yapması O’nun kudret sahibi olduğuna dalalet eder.

Allah-u Teâlâ, yok olanları yaratıp hayat vermeye, onların rızkını vermeye, hayatta olanları öldürüp, tekrar diriltmeye, kısaca alemi, var edip, yok etmeye kadirdir.

7- Kelam: Kelam sıfatı Allah-u Teâlâ’nın zatıyla kâim ezeli ve ebedi sıfatlarından birisi olup, Allah-u Teâlâ’nın kelamı mahlukatın konuşması gibi değildir. O, ses, harf ve harflerden meydana gelen kelime ve cümlelere ihtiyacı olmaksızın mütekellimdir. Kur’an-ı Kerim de pek çok ayette Allah-u Teâlâ’nın kelam sıfatına sahip olduğu beyan edilmektedir.

“Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.”
(A’raf, 143)

Peygamber başta olmak üzere, Allah-u Teâlâ mahlukata muradını vahiy şeklinde bildirmiştir.

“Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura, 51) Buyrularak, Allah-u Teâlâ’nın, beşer ile üç yoldan birisiyle konuştuğu beyan edilmiştir.

Allah-u Teâlâ, kelam sıfatı ile emreder, nehyeder, haber verir. O’nun kelamı beşerinki gibi olmadığından sukut (Konuşmama) ve afete (sonradan meydana gelen zafiyet) münafidir

8- Tekvin: Mâtürîdîler ile Eş’arîler arasında kudret ve irade sıfatından ayrı olarak; Allah-u Teâlâ’nın “Tekvin” isminde  müstakil bir sıfatının varlığı hususunda ihtilaf meydana gelmiştir.

Mâtürîdîler, Allah-u Teâlâ’nın Tekvin isminde ayrı bir sıfatın olduğunu kabul etmişler ve Tekvin (Yaratmak) ile mükevvenin (Yaratılan) farklı şeyler olduğunu ifade etmişlerdir. Mâtürîdîlere göre, Allah-u Teâlâ, kainatı yaratmak istediğinde Tekvin sıfatının taalluku ile mükevvenatı(Yaratılanlar) yaratmıştır.

Eş’arîlere göre ise; Allah-u Teâlâ’nın ayrı bir Tekvin sıfatı olmayıp, bu kudret sufatının içindedir.

fiil sıfatları Tekvin sıfatının içinde sayan İmam Mâtürîdî, Allah-u Teâlâ’nın ilminde olacağını bildiği şeyin “Kün (Ol)” emriyle olduğuna yani mükevven haline geldiğini ifade ederek, tekvin ile mükevvenin birbirinden ayırır. Sıfatın kıdeminden taallukunun kıdeminin lazım gelmeyeceğini dikkate alan Mâtürîdîler, tekvin ve mükevvenin farklı şeyler olduğunu, tekvinin Allah-u Teâlâ’nın kudret, semi’, basar gibi zatıyla kâim ezeli bir sıfat olduğunu, mükevvenin ise Allah-u Teâlâ’nın mükevveni yaratmak istediği zaman tekvin sıfatının taallukuyla yarattığı şey olduğunu belirtmişlerdir.

 

Sosyal Ağda Paylaş

Bir cevap yazın